Gemlik Forum - Gemlik'in Paylaşım ve Tartışma Platformu

EĞİTİM BÖLÜMÜ => Kim ne bulmuş?? => Konuyu başlatan: TeXaS - Nis 20, 2009, 05:55 ÖS

Başlık: Kim Neyi Nasıl Bulmuş-2
Gönderen: TeXaS - Nis 20, 2009, 05:55 ÖS
DNA MODELİNİN İCADI İçinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli biyolojik buluşu beklendiği üzere bir bilim adamı ekibi tarafından tertemiz bir labaratuarda değil, Cambridge Üniversitesi'ndeki mütevazi odasında atak genç, Amerikalı araştırmacı 26 yaşındaki James Dewey Watson tarafından gerçekleştirildi.


Watson ve 37 yaşındaki arkadaşı İngiliz Kimyacı Francis H.C. Crick'in biyologlarca deoksiribo nükleik asit ya da DNA olarak bilinen olağanüstü bileşiğin yapısını ortaya çıkarma çabaları hep sonuçsuz kalıyordu. 1867'de keşfinden beri DNA'nın her canlının her hücre çekirdeğindeki uzun aşırı ince iplikler şeklinde bulunduğu görülmüştü. DNA'nın vücudumuzun her hücre merkezinde 2 metre sarılmış uzunlukta bulunması şaşırtıcı. DNA altı "yapı taşı''ndan ibarettir. Fosfor, oksijen ve fosforlu bir madde (Fosfat); adlı bir tür şeker, ve nükleik asit bezleri olarak tanına 4 azot bileşiği Watson ve Crick bu yapıtaşlarının görünüşte kendi çoğaltma yeteneği olan bir maddenin temel parçaları olduğunu biliyorlardı.


DNA'nın kendini çoğaltma yeteneği olayları bölünme ve korunması şeklindeki hayati olayları kontrol eder. Hücrenin çoğalma ve bölünme özelliği canlı yaratıkları cansız maddeden ayıran temel etkenlerden biridir. Ve bu nedenle DNA yaşamın temeli sayılmaktadır. Watson ve Cirick'e göre DNA'nın çalışma prensibi bu büleşiğinm yapısı yoluyla en iyi biçimde anlaşılabilecekti. Yıllarca süren ümitsiz çabalardan sonra iki arkadaş 1953 ilkbaharında her biri faklı biçimdeki 6 tamel DNA yapıtaşından birini gösteren el büyüklüğünde saç parçaları kestiler. Daha sonra kimyasal bağların yerine geçen hareketli ek yerleri kullanmak suretiyle parçalar çeşitli şekillerde yapıştırıldı. Aylarca süren çabaları sonuç vermeyince iki arkadaş vazgeçmeye karar verdiler.
Bir gece yarısı Watson helisel bir merdiven rüyası gördü. Ertesi sabah Crick'e rüyasını anlattı. 3 gün ve gece sürekli çalışmadan sonra iki bilimadamı 1920'lerde sanat dünyasını altüst eden kübist heykellerden birine benzeyen tuhaf bir model yaptılar bu günümüzdeki çift helisin ilk modeliydi. Yapılan buluşun devrim niteliğindeki sonuçları iki bilimadamını 1962'de Nobel ödülünü kazandırdığında DNA'nın 3 harfi dünyanın tanınmış kısaltmalarından biri olmak üzereydi...

FERMUARIN İCADI
Fermuar'ın bulunuşu aslında bir zaruriyetten kaynaklandı. 1. Dünya Savaşından önce insanlar giysilerini iri ve kapanması zor olan düğme ile kapatmaya çalışırlardı.Bu sırada ortaya çıkan Whitcomb L.Judson , Chicago'lu bir makine mühendisiydi. Judson o yıllarda Tramvay ve otomobil gelişmelerini incelemekte ve başarılı buluşlara imza atmaktaydı. 1891 yılında Judson, "ayakkabılar için kilit açıcı " buluşuyla ortaya çıktı.


Ancak Judson'un buluşunda birçok tasarım hatası vardı. Yaratıcı zeka'nın bir ürünü olan buluş kaba ve kullanışsız olduğu için tutulmadı. Judson'un şirketinde çalışan Gideon Soundback isimli İsveçli bir genç mühendis "Kancasız20" isimli buluşuyla büyük ilerleme yaptı. Esnek ve güvenilir olması için bağlayıcıların küçük olması gerektiğini farketti. 1913'e kadar bu doğrultuda hareket ederek buluşunu geliştirdi.
1917 'de ABD'nin savaşa girmesiyle birlikte, donanma komutanı binlerce fermuar ısmarlayarak bir gecede Soundback'i zengin etmekle kalmayıp, hepimizin vazgeçemediği ve açık kaldığında rezil olabileceğimiz çok önemli bir buluşun bu günlere kadar taşınmasına yardımcı oldu.
Sonuç olarak, birçok tesadüfi icat gibi, fermuar da bir dizi maceradan sonra bugünkü halini aldı.

OYUNCAK AYININ İCADI
Bir ayı yavrusunu canlandıran oyuncak, biri Almanyada diğeri ABD'de faaliyet gösteren iki ayrı firma tarafından 1902 yılında üretilmeye başlandı. Her iki firma da, üretime kendilerinin daha önce geçtiğini iddia ettiyse de bu konuda kesin bir kanıt bulunmadı.
1902 yılınının 18 Kasım günü, 'Washington Evening Star' gazetesinde bir çizgi resim yayınlandı. Clifford ve Berryman tarafından çizilen bu resimde, dönemin ABD başkanı Theodore " Teddy" Roosevelt, elinde bir ayı yavrusuyla birlikte görülüyordu. Mississippi eyaletinin Louisiana ile olan bir sınır antlaşmazlığını çözümlemek için bölgeye gelen Roosevelt bir av partisi sırasında karşısına çıkan bir ayı yavrusunu vurmayıp kucağına almış ve sevmişti.


Berryman'in çizdiği resim işte bu sahneyi yansıtıyordu. Aynı resmin başka gazetelerde de yayınlanması üzerine başkanın bu hayvan sevgisine hayran olanların sayısı çok fazla oldu. Bunlardan biri de Morris Mitchom adlı bir Rus göçmeniydi. Mitchom Brooklyn'deki küçük dükkanında kendisinin ve karısının tamamen el emeği ile ürettikleri oyuncaklarını satarak geçimini sağlamaya çalışıyordu.
Oğlu Benjamin'in daha sonra anlattığına göre Morris Mitchom Berryman'in çizdiği resimdeki sevimli ayı yavrusunu derhal 3 boyutlu hale getirmeye karar verdi.


Kolları ve bacakları hjarekete edebilecek biçimde yaptığı bir oyuncak ayıyı gazeteden küpürle birlikte dükkanının vitrinine koydu ve altına "Teddy'nin Ayısı" diye yazdı. Ne var ki; otoriter bir ülkeden ABD'ye gelen Mitchom'un içi rahat değildi. Çünkü ABD başkanının adını kendi ürettiği bir oyuncağın satışını kolaylaştırmak için kullanmıştı. Bütün cesaretini toplayıp Beyaz Saray'a bir mektup yazdı ve 'Sayın Başkanın' isminin kullanılması hakkında ne düşünüldüğünü sordu.
Başkanın kendi elyazısıyla gelen yanıtta Mitchon'un istediği izin şu sözlerle veriliyordu " Adımın oyuncak bir ayıya fazla birşey kazandıracağını sanmıyorum. Ama onu dilediğiniz gibi kullanmakta da serbestsiniz." Bu mektup eğer bulunabilseydi, Morris Mitchon'un bu konudaki öncülüğüne büyük ölçüde gün ışınığına çıkaracaktı. Ancak, büyük oğu Joseph Mitchon'uın evrakları arasında olması gereken mektup onun 1951 yılında ölmesinde sonra bulunamadı.


1903 yılında Buttler Bros firması (Toptan oyuncak satan bir kuruluş) Mitchom'un ürettiği tüm Teddy ayılarını satın aldı ve daha sonra üretilecek ayıları da almayı garanti etti. O yıl ile 1938 yılı arasında firma "Ideal Toy Co." adı altında dünyanın en büyük oyuncak üretici soldu.
Böylelikle her yerde gördüğümüz sevimli oyuncak ayılar, yaşamlarına başlamış oldular...


UÇAĞIN İCADI VE WRİGHT KARDEŞLER
İnsanoğlunun uçma hevesi, insanlık tarihi kadar eskidir. Buna rağmen uçaklar ve çeşitli hava araçları 2 yüzyıldır havada...
Modern teknolojinin gelişmesinden önce insan bu eski isteğini yerine getirebilmek için kuşları taklit ederek sonuca varmaya çalışıyordu. Kanatlı araçlar, kanat takan insanlar vs.. tarihte sık rastlanılan olaylardan bazılarıdır.


Yapılan ilk kanatlı alete "Ornithopter" adı verilmiştir. Basit bir ornithopter ağır, hantal, tekerlekli ve kanatları olan bir araçtı. Zarif değildi. Estetik bakımından birçok problemi vardı. Ağır olması yerden kalkmasını zorlaştırıyordu.
Bu problemlerle sağlıklı bir şekilde uçmak imkansızdı. Uçmak için daha değişik yolları düşünmeyen başlayan insanlar daha "hafif" bir çözüm buldular. Balon... Teoride herşey tamamdı. Balonun içindeki gaz, havadan daha hafif olacağı için uçuş gerçekleşebilecekti. Ancak çıkacak bir rüzgarın bu "hafif" balonu nereye götüreceği belli değildi. Aynı şekilde nasıl ineceği de ayrı bir tartışma konusuydu. İnsanoğlu her seferinde olduğu gibi yine hayalkırıklığı içindeydi. Bu işle uğraşan insanlar sadece kuşları seyrederek yetineceklerdi anlaşılan....


Wright Kardeşler Sahneye çıkıyor.....
Ohio, Daytonlu iki bisiklet ustası olan Wilbur ve Orville Wright, 1899'da kuşların nasıl uçtukları hakkında kendilerine ipucu verebilecek herşeyi sistemli bir şekilde incelemeye başladılar. Bilimsel eserlerde ve eski insanların deneyimleri arasında kendi işlerine yarayacak hiçbirşey olmadığını kısa sürede anlayan Wright kardeşler sadece Berlin yakınlarındaki bir tepe üstünden planörle uçuş denemeleri yapan ve bu konuda çok dikkatli notlar tutan Alman mühendisi Otto Lilienthal'in çalışmaları vardı.


Lilienthal kuşların uçmalarını çok yakından incelediği için planörünün bir kuşu andırmasına fazla şaşmamak gerekir. Fakat o içlerinde ünlü ressam ve geçtiğimiz aylarda CircumSpice'ta hayatını okuduğunuz Leonardo Da Vinci'nin de olduğu birçoklarını cezbeden tuzağa, yani kuş uçuşunu temsil eden kanat çırpma olayının cazibesine kapılmadı. Lilienthal uçabilecek bir uçağın havayla temas halinde olan sabit bir kanadı olması gerektiğini gösterdi. Kararlı bir uçuşu gerçekleştirebilmek için gerekli kontrol sadece onun söylediği böyle bir kanat tarafından sağlanabilirdi ve bu konuda Wright kardeşler de onunla uyuşuyordu.


Wilgur ve Orville Wright bilimsel öğrenim görmemişler liseden daha yüksek bir okuldan da ayrı gitmemişlerdi. Fakat uçma alanındaki çalışmalarını ilerlettirken kendi bilimsel yönlerini de model uçaklar, uçurtmalar, insan taşıyan planörler ile yaptıkları yüzlerce deney sayesinde bu konuda bilimsel bir eser hazırlayacak kadar ilerlettiler. Hatta hazırladıkları 200'den çok farklı tipteki kanatları denemek için bir rüzgar tüneli dahi yaptılar. Wright kardeşlerin 17 Aralık 1903'te Orville'in kontrolünde havalanan ilk uçağı aerodinamik ses teorisine bağlı kalınarak yapılmıştı. Otto Lillienthal ve Wright Kardeşler uçak dizaynı kurumunu kurdular. Bundan sonraki her şey hava içinden geçişi ile uçapğın havalanmasını sağlayan sabit kanat doktrininin bir devamıydı. Fakat kanat kontrol edilemiyordu. Wright kardeşler, iyi bir uçak dizaynınnda kanadın ani esen şiddetli rüzgarların zararlı etkisiyle sert havanın aşağı ve yukarı çekici etkisine karşın pilotun düzeltmesiyle kanadın daha uygun bir vaziyet almasını sağlayan bir mekanizma bulunması gerektiğini anladılar. Kuşları gözleyerek sert havalarda uçuş düzeylerini korumak için kanat uçlarını nasıl büktüklerini not aldılar.


Kanat bükmeyi planörlerinin kanatlarının uçaklarını bir mekanizma yardımıyla eğerek taklit ettiler. Deneylerinden bunun işe yarayacağını tahmin etmişlerdir. Gerçekten de işe yaramıştır. Kanat eğmenin uçuş aerodinamiğini nasıl etkilediğini doğru bir şekilde tahmin ettiler ve anladılar. Wright Kardeşler artık uçabilen bir uçak yaratmışlardı. Yeni görevleri ise onu nasıl uçuracaklarını öğrenmekti. Bunu onlara gösterebilecek ne bir kitap ne de bir öğretmen vardı. Fakat nasıl dizayn yapılacağını öğrendikleri gibi bunu da öğrendiler.Yavaş yavaş ve metotlu bir şekilde uçakla dönüş yapabileceklerinden çok zaman önce emin olmuşlardı. Daha ilk denemelerinde uçak tam bir daire dönüşünü kolaylıkla tamamlayarak havalandıkları noktanın yanına indi. Uçak dizaynını diğerleri Wright kardeşlerinin seviyesine gelinceye kadar bir süre olduğu yerde saydı. Pilotun kanadın üzerine yatık bir şekilde yatık bir şekilde durmaktan kurtarıp oturmasını sağlayacak bir yer yapılması gibi zorunlu bir takım şeyler gerekiyordu. Wright kardeşler pilotun oturabildiği bir uçak dizaynı hazırladılar. Ayrıca bir de iniş takımı yaparak kendilerini ilk uçuşlarında yanlarında taşıdıkları tekerlekli kriko ve monoraydan kurtardılar


Bu arada 1909'de Manş Denizini ilk defa uçarak geçen Fransız Louis Bleriot, 1. Dünya savaşının en başarılı avcı uçağını ve savaş sonrasını ulaştırma işlerinde büyük üstünlük sağlayan 3 motorlu uçağını yapan Hollandalı Anthony Fokler ,Glenn Curtiss ve Glenn Martin gibi diğer tasarımcılar olarak belirmeye başladılar. Bu kişilerin düşüncelerinin yeni ve çekici endüstri dalına girmesiyle uçak dizaynı değişmeye ve yerine oturmaya başladı.
Dünya giderek küçülüyor, ve bu küçülmeyi sağlayan büyük etmenlerden biri uçağın icadı. Artık lüks olmaktan çıkan uçaklar, ulaşımın demirbaşlarından olmaya başladılar. Gelişen teknoloji ve sosyal imkanlar sayesinde, gelecekte bir gün her şehrimizde bir hava alanı olduğunu düşünmek hayal gücümüzün değil gerçeğin eseri olacağa benziyor. Teşekkürler Wright Kardeşler!....


ATOM BOMBASI İlk bomba Hiroşima kentinde patladı. Bu patlamayla 140.000 kişi bir anda yok oldu. Bir o kadarı da yaralandı. Bununla da yetinmeyen ABD, 3 gün sonra yani 9 Ağustos 1945'te bu sefer Nagasaki 'ye kinini kustu. Bombanın muhatabı bu sefer Nagasaki'li masumlardı. Bu patlamayla da 80.000 kişi öldü.
Atom Bombası'nın fiziksel olarak icadı 1911 yılında gerçekleşmesine rağmen, gücü ve etkileri 1930'lu yılların sonuna kadar anlaşılamadı. Atom enerjisinin silahlarda kullanılmasını ilk olarak düşünen ve kısmen uygulayan Almanlardır. 1939 Ağustos'ta fizikçi Albert Einstein bir mektupla başkan Roosevelt'i uyararak, Atom Enerjisi'nin Dünya üzerindeki en etkili güç olduğunu belirtti. Bu mektup üzerine ABD, Manhattan Project olarak bilinen, gerçekte Atom Enerjisinin insanları nasıl öldürebilir hale getirilebileceği, doğa ve çevreye nasıl daha fazla zarar verebileceğini araştıran projeyi başlattı. 1945 yılında Manhattan Proje'sine bağlı olarak çalışan 40 labarotuar ve 200.000 bilim adamı bulunmaktaydı. Bu sayı o sırada ABD'deki tüm makine sektöründe çalışan işçi sayısından bile fazlaydı. 16 Temmuz 1945'te Manhattan Projesinin ilk meyvası olan "Fat Man" isimli ilk atom bombası New Mexico'nun Alamogordo bölgesinde denendi. Bu yeryüzündeki ilk patlamaydı. Doğa atom enerjisi'nin korkunç yüzüyle ilk defa karşılaşmış oldu. 2. Dünya Savaşı'nın neredeyse bitmesine rağmen Başkan Harry Truman aslında Fat Boy'un denenmesinden çok önce bu bombayı Japonya üzerinde denemeye karar vermişti. Hırs, öldürme isteği , kişisel bozukluklar ve intikam duyguları bunun başlıca nedenleri arasında sayılabilir.


Üzerinde bu kadar konuşulan, binlerce insanın hayatına malolan bu atom bombasının enerjisi nerden gelmekteydi? Atom'un çekirdekilerinde çok sayıda proton ve nötron bulunan belirli atom türleri radyoaktiftir ve bunlar karasızdır. Aniden parçalanabilirler. Başka atom türleri ise bir nötron ile bombalandıklarında parçalanırlar. Bu olayda çekirdeğin kütle sayısı geçici olarak bir artar ve enerji açığa çıkmak suretiyle, tüm çekirdek ikiye bölünür. Kütle numarası 235 olan bir plütonyum türünün birer atomu bu şekilde bölünerek aynı zamanda ortama enerji de verirler. Uranyum 235 iki veya üç nötron, plutonyum 239 ise daha fazla nötron yayar. Atom bombasında ya uranyum 235 ya da plutonyum 239 kullanılır. Bir nötron ile bombalandıktan sonra bu elementlerin bir atomu birçok nötron yayar ve zincir reaksiyonu oluşur. Atomların yeterli konsantrasyonda olmaları halinde bu nötronlar komşu atomlarla çarpışır ve onlar tarafından tekrar bombalanırlar. Böylece komşu atomlarda fisyon oluşur ve daha fazla nötron açığa çıkar. Böylece devam eden zincir reaksiyonu gittikçe daha fazla nötron ve enerji üretir. Ortamın uygun olması halinde sonuç olarak büyük bir patlama oluşur.


Bir patlamaya yol açmak için gerekli fisyon yapabilen malzeme miktarına kritik kütle veya tetikleme miktarı denir. Zincir reaksiyonu hemen başladığından bu malzeme herbiri kritik boyutundan daha küçük parçalar halinde tutulmaktadır. Bu parçalar kritik üstü büyük bir parçada birleştiriler ve patlama anında nötronlarla bombardıman edilir. Fisyon yapan her atomun açığa çıkardığı enerji küçük olmakla birlikte, bu atomların milyarlarcasının toplam enerjisi patlamaya yol açar. Ancak bu enerjinin kütle eşdeğeri düşüktür. Örneğin Nagasaki'ye atılan bomba bir metal paranın 1/3 ağırlığına eşdeğer miktarda enerji açığa çıkarmıştır. Atom Bombası'nın enerjisi işte bu zincir reaksiyonu ve Einstein'ın ünlü E = mc² formülüne dayanır. Hiroşima'ya atılan ilk bomba olan Little Boy'un içinde temel olarak iki Uranyum-235 parçacığı bulunuyordu. Klasik bombalarda kullanılan bir tetik mekanizması ve barometre sayesinde bomba şehirden hedeflenen yükseklikte olduğu anda patlatıldı. Ne olursa olsun, Atom Enerjisi'ni hala savunanlar olabilir. İnsanlık yaşanılanları unutur ancak doğa hiçbir zaman sizleri unutmayacak ve affetmeyecektir..
Başlık: Kim Neyi Nasıl Bulmuş-2
Gönderen: axelle - Haz 23, 2010, 04:40 ÖS
bunlar güzelde kısa kısa sık sık paylamk daha iyi olur boyle insanın okuması gelmiyo :S