Arkadaslar Tarih Dersinin Notlarının Hepsi Burada

Başlatan SLyMN, Ekm 13, 2007, 09:07 ÖS

« önceki - sonraki »

SLyMN

 
B. TİMURLULAR
1. Timur ve Timurlular Devleti'nin Kuruluşu
Timur iç karışıklar içinde bulunan Çağatay Devletine son vererek toprakları üzerinde emir ilan etti. Merkezi Semerkant olan devleti kurduktan sonra Horasan İran Irak Azerbaycan Kafkasya Hindistan ve Afganistan'ı aldı. Yıldırım Beyazit ile yaptığı Ankara savaşını kazandı. (1412)1405'te Çin seferi sırasında ölünce oğulları arasında taht kavgaları çıktı ve Özbekler bu devlete son verdiler.
Babası Barlas kabilesi lideri Turgay olan Timur, 1336'da Semerkant yakınlarında Keş (Yeşil Şehir)'de doğmuştur. Timur'un ortaya çıktığı tarihlerde, Çağatay Hanlığı sarsıntı geçirmekte idi. Otorite boşluğundan faydalanan, Cengiz hanedanından olmayan emirler, Çağatay hanlığı içerisinde idareyi ele alarak nüfuzlarını artırmaktaydı. Nitekim 1360 yılından itibaren adından söz edilmeye başlayan Timur, önce Emir Hüseyin ile 1370 yılından itibaren de tek başına Maveraünnehir'de hâkimiyet kurmuştur. Bu dönemde girdiği bir savaşta ayağının sakat kalması sebebiyle tarihlerde Aksak Timur (Timurleng) diye anılacak olan Timur, Cengiz soyundan gelmediği için emir unvanını kullanmıştır.

Emir Timur, 1370-1405 yılları arasında yaptığı seferlerle, Harezm, Doğu Türkistan, İran, Azerbaycan, Hindistan Delhi Sultanlığı, Irak, Suriye, Altınordu Hanlığı ve Osmanlı Devleti'nin de içinde bulunduğu muazzam büyüklükteki topraklara hâkim olmuştur. Onun fetihleri, sonuçları açısından, Türk Tarihini derinden etkilemiştir. Meselâ, Altınordu Hanı Toktamış üzerine düzenlediği seferler (1391/8) Altınordu Devleti'nin çöküşüne ve yerine bölge hanlıklarının kurulmasına sebep olurken, Moskova Knezlerinin güçlenmesini de beraberinde getirmiştir. Böylece, 16.ncı yüzyıldan itibaren Rusya'nın Kafkaslar ve Deşt-i Kıpçak'a doğru yayılması söz konusu olacaktır.

Ancak Timur'un Türkistan'a hâkim olması aynı zamanda Özbek, Kazak ve Türkmenlerin günümüze kadar ulaşacak olan tarihlerinin de mihengi noktasını teşkil eder. 1398/99'da Hindistan Delhi Sultanlığına düzenlediği sefer de bölgedeki siyasî ve kültürel yapının değişmesine sebep olmuştur. Ancak Timur'un 1402 Ankara Savaşı ile Yıldırım Bayezid'i yenip, Anadolu'yu ele geçirmesi, Osmanlı tarihinde unutulmaz bir yer tutar. Bu olayla, Anadolu'daki Türk birliği sarsılmış, beylikler yeniden canlanmış ve "Fetret Devri" dediğimiz taht mücadeleleri Osmanlı Devleti'ni yıpratmıştır. Ülkesindeki karışıklıklar sebebiyle Anadolu'da fazla kalamayan Timur, Çin seferine giderken yolda hastalanarak ölmüştür (1405). Timur'un ölümünden hemen sonra devlet oğlu ve torunları arasında paylaşılmıştır. Buna göre; Torunu Muhammed başkent Semerkant' ta tahta çıkarken, diğer torunları Pir Muhammed ile İskender İran' da, 3.ncü oğlu Miranşah Bağdat ve Azerbaycan'da, en küçük oğlu Şahruh ise Horasan'da yerleşmişlerdir.

Timurlular adı verilen bunlar arasında Şahruh, Maveraünnehir bölgesini de ele geçirerek, Herat şehri merkez olmak üzere devletini
kurdu. Ardından İran ve Azerbaycan'ı da hâkimiyetine alan Şahruh dönemi (1407-1447), Türkistan'da parlak bir kültür hayatının başlangıcı olmuştur. Şahruh'un ölümü üzerine, tahta büyük bir alim ve astronom olan oğlu Uluğ Beğ geçti. Onun iki yıllık saltanatı mücadeleler içinde geçmiş ve oğlu tarafından öldürülünce ülke dahilinde büyük karışıklıklar çıkmıştır. Nitekim Miranşah'ın torunu Ebu Said'in Akkoyunlu Uzun Hasan'a yenilmesiyle (1469) Horasan'ın batısında kalan bütün topraklar Akkoyunluların eline geçti. Timurlulardan yalnız Hüseyin Baykara (1469-1506) Horasan'da tutunabilmiştir. Başkenti Herat, Türk tarihinde sayılı kültür merkezlerinden biri oldu. Ünlü Türk şair ve ilim adamı Ali Şir Nevai burada yetişmiştir. Baykara'nın oğlu Bediüzzaman'ın hükümdarlığı zamanında, Özbek hükümdarı, Şibani Muhammed Han'ın başkent Herat'ı ele geçirmesi ( 1507), Timurluların sonu oldu. Timurlulardan Babür Türkistan'da başarılı olamayınca, Hindistan'a giderek (1519) Türk-Hint İmparatorluğu'nu kurmuştur.



2. Timurlular Devleti'nin Gelişmesi
3. Timurlular Devleti'nin Yıkılması

C. TİMURLULARDAN SONRAKİ SİYÂSÎ GELİŞMELER
1. Karadeniz'in Kuzeyindeki Siyâsî Gelişmeler
a. Kırım Hanlığı
b. Ejderhan Hanlığı
c. Kazan Hanlığı
ç. Kasım Hanlığı
d. Küçüm Hanlığı
e. Nogay Hanlığı
2. Türkistan, Hindistan ve İran'daki Gelişmeler
a. Şeybâniler
b. Safeviler
Safeviler (1502-1732 )

Devlet, adını Erdebilli (İran) Şeyh Safiyüddin (ölm. 1334)' tarafından kurulmuş olan Safeviyye Tarikatı'ndan almıştır. Şah İsmail, Akkoyunluların içinde bulunduğu kargaşadan faydalanarak, gerek Akkoyunlu ve gerekse Karakoyunlulardan dağınık Türkmen zümrelerini, propaganda ettiği dinî heyecanın katkısı ile bir araya getirmeyi başarmıştır. Şah İsmail, çoğunluğu Anadolu'dan gitme Rumlu, Şamlu, Tekelü, Ustacalu, Dulkadirli, Afşar, Kaçar, Bayburtlu, Varsaklar gibi Türkmen aşiretlerinin de desteği ile Tebriz' i zapt ederek Safevi Devleti'ni kurdu (1502).

Akkoyunlular'dan Azebaycan'ı alan Şah İsmail, 1509'da Bağdat'ı ele geçirdi. 1510 yılında Özbek Hanı Şibani'yi Merv yakınlarında ağır bir yenilgiye uğratarak sınırlarını Ceyhun nehrine kadar genişletti. Anadolu'da Şiî propagandasını gittikçe arttırması, Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan Selim'i harekete geçirdi. 1514 yılında Çaldıran'da yapılan savaşsı kaybeden Şah İsmail, ölümüne kadar (1524) bir daha toparlanamadı. Yerine geçen Şah Tahmasb (1524 -1576), saltanatı süresince doğuda Özbekler, batıda da Osmanlılar ile mücadele etti. Onun ölümü ile bir süre devam eden karışıklıklardan sonra hükümdar olan 1.nci.Abbas dönemi (1587-1628) Safevilerin en parlak dönemidir. Özbeklere ve Osmanlılara karşı başarıları yanında pek çok alanda ilerlemeler kaydedilmiştir. Daha sonraki dönemler Osmanlılarla uzun süren mücadeleler, taht kavgaları ve iç çekişmelerle geçmiştir.

1732 yılında Afşarlar'dan olan Nadir Şah'ın iktidarı ele geçirmesiyle İran'da Safevi Hanedanı yıkılmış Afşar Hanedanı başlamıştır. Nadir Şah, doğuda Türkistan ve Hindistan'da büyük fetihler yapmıştır. 1779 yılında kurulan Kaçar Hanedanı ile İran'da Türk hâkimiyeti 1925 yılına kadar kesintisiz devam etmiştir.
c. Hindistan Türk Sultanlıkları
    Delhi Türk Sultanlığı
    Babürler
Timur'un torunlarından Zahireddin Muhammed Babür'ün kurduğu Hint-Türk İmparatorluğu bunların en uzun ömürlüsü, en güçlüsü olmuştur. Zahireddin Mahmud Babür, 14 Şubat 1483'te Fergana'da doğdu. Babası, Timur'un torunu ve Fergana hükümdarı Ömer Şeyh Mırza idi. Ömer Şeyh Mırza 1494'te ölünce yerine en büyük oğlu Babür geçti.       
Semerkant'ta Büyük Hakanlık tahtında oturan amcasını metbu tanıyordu. Fakat Babür henüz çok gençti ve taht kavgaları da başlamış bulunuyordu. Bu yüzden hayatını güçlükle kurtararak kendine bağlı beğlerle 1504'te Kabil'e gitti. Devletinin başkentini de buraya taşıdı.

        1507 yılında, padişah ünvanını alan Babür kendisini Timur'un en büyük varisi ilan etti. Ele geçirdiği yeni toprakları sadık beyleri arasında baylaştırdı. İdare ve orduyu düzene soktu. 1519'da Sind Irmağı'nı geçerek Pencab yöresinde hakimiyet kurdu. 1522'de Sind ve Belücistan arasındaki bölgeye de hakim oldu. 1524'de Delhi Sultanı İbrahim Ludî'nin kuvvetlerini yendikten sonra Lahor'a girdi.

        İmrahim Ludî'nin 100 bin asker ve 1000 filden oluşan büyük bir ordusu vardı. Bu ordu ile Babür'ü yok etmek azmiyle üzerine yürüdü. Babür'ün asıl kuvveti ise 13,500 kişilik şeçkin Türkistan atlılarından ibaretti. Ama ateşli silahlara da sahipti. Osmanlı Türlerinden Mustafa Rumi adlı subayın idare ettiği bir topçu birliği vardı. Babür'e savaşı kazandıran bu topçu birliği ve atlı askerleri oldu.

        Hinduların ateşli silahları yoktu. Yarım gün süren savaşta, Ludî'nin ordusundan 40 bin kişi ölmüş, büyük bir kısmı esir alınmış, diğerleri de kaçmışlardı. İbrahim Ludi bu savaşta öldü.Bundan sonra Delhi'ye giren Babür, 1526'da Hint-Türk İmparatorluğu'nu kurmuş oldu. 1527'de putperest Hindulardan oluşan bir orduyu yenince "Gazi" ünvanını aldı.

        Babür, kendisinin ve askerlerinin Türk oluşu ile iftihar eden, adil, koruyucu bir hükümdardı. Kendisini beğlerine ve kumandanlarına sevdirmişti. Aynı zamanda çok büyük bir edip ve şair idi. Arap alfabesini almış, ama Çağatay Türkçesini, daha doğrusu Orta Asya Türkçesini resmi dil olarak ilan etmişti. (Babürname adı ile meşhur olan hatıratından ve devrinin kültür hareketlerinden bölüm sonunda bahsedilecektir. Burada şu kadarını söyleyelim ki bu eseri hem bizim tarihçilerimiz, hem yabancılar, bütün Türk dünyasında ve bütün zamanlarında Türkçenin en büyük şaheseri sayarlar).

        Babür, Delhi'den sonra Agra'yı da almış ve burasını başkent yapmıştı. 1528'de Luknov ve Bengal'i de ele geçirdi. Fakat 1529 sonlarına doğru hastalandı. Devletin ileri gelenlerini huzuruna çağırarak, onlara oğlu Hümayun'u veliaht seçtiğini bildirdi ve kabul ettirdi. 1530'da başkent Agra'da öldü, fakat Kabil'de gömüldü. 1646'da torunu Şahcihan ona Kabil'deki kabri üzerinde muhteşem bir türbe yaptırdı.

        Babasının ölümü üzerine tahta çıkan Humayun 26 yıl saltanat sürdü Fakat saltanatının ilk yıllarında tahtına göz dikenlerle ve babasının yendiği düşmanlarla mücadele etmek zorunda kaldı. Altı erkek kardeşi vardı. Onlara ve öteki akrabalarına geniş araziler ve başka tavizler vererek tahtını korudu.

        Öte yandan, Ludî hükümdarı Mahmud Ludi, Afgan emirleri ve bazı racalar ile birleşerek Humayun'a karşı harekete geçti. Gucerat hükümdarını da hareket için tahrik etti. Fakat Humayun Şah ikisini de yendi. Ancak çok geçmeden kardeşler arasında da kavga çıktı. Gucercat valisi olan kardeşi Askerî, başkent Arga üzerine yürüdü. Sonunda barıştılar ama kardeşler arasında birlik yine sağlanamadı.Bu sırada, Ludîlerin yerine Sur Devleti'in kurmaya çalışan Şir-Han, bir gece Agra'ya baskın yaptı ve Hümayun Şah, kardeşlerinden de yardım görmeyince Şah Tahmasb'a (Safevilere) sığındı.

        Şir-Han, Safevîleri ortadan kaldırmak için Osmanlılarla anlaşınca Şah Tahmasb da Humayun Şah'ı kendi ordusu ile destekleyerek onun üzerine, yani Hindistan'a gönderdi. Bu Hümayun Şah için iyi bir fırsat oldu. Artan ve toparlanan kuvvetleriyle Kabil, Kandehar ve Bedahşan'ı geri aldı. Babası Babür gibi o da Kabil'i üs yaparak yeniden fetihlere başladı. 1555'te büyük Afgan ordusunu yenerek Delhi'ye girdi. Kardeşleriyle anlaştı ve yeniden İmparatorluğa hakim oldu.

        Hümayun Şah, Tahmesb'dan yardım görse de Şiiliğe itibar etmedi ve Safevîleri kendi devletinin geleceğini tehdit eden bir tehlike olarak gördü. Onun için Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a "Padişah Baba" diye hitap eder mektuplar yazdı. Doğunun kendisine bırakılması halinde Safevî tehlikesini birlikte yok edebileceklerini bildirdi. Humayun Şah, babası Babür Şah kadar iyi bir kumandan ve idaresi değildi. Sık sık ayaklanmalar oluyordu. Ama yine de imparatorluğu koruyabilmişti.

        1556'da kütüphanesinin yüksek raflarından kitap almaya çalışırken merdivenden düştü ve ağır yaralandı. 28 şubat 1556 günü öldü. Ölmeden önce, o sırada misafiri olan Osmanlı Derya Kaptanı Seydi Ali Reis'in de tavsiyesi ile Bedahşah'da ayaklanan Afgan birlikleriyle çarpışmakta olan oğlu Ekber'e bir name göndererek onu veliaht tayin etmişti. Yine Seydi Ali Reis'in tavsiyesiyle, Ekber'in şavaşı bitirip dönüşüne kadar ölümü gizli tutuldu. Bir ay kadar sonra, ayaklanmayı bastıran Ekber geldi ve tahta çıkarıldı.Ekber henüz 14 yaşındaydı ama sadık kumandanları ve kudretli atabeyi Bayram Han sayesinde başarılı olmuştu. Humayun Şah da babası kadar kudretli olmamakla beraber divan sahibi iyi bir şairdi. Delhi'de güzel bir türbesi vardır.

        On dört yaşında tahta çıkan Ekber Şah, 49 yıl saltanat sürdü. Yirmi yaşına kadar devlet idaresinde baş yardımcısı ve yetkili olan atabeyi Bayram Han'ı zorla emekli ederek Hacca gönderdi ve bundan sonra ülkenin tek hakimi oldu. Güçlü bir teşkilat kurdu. Ayaklanmaları dağılmaları önledi. 1578'de Bengal, 1581'de Kabil, 1587'de Keşmir, 1592'de Sind ve 1594'de Kandehar'ı tam olarak itaat altına aldı.

        Ekber Şah zamanında, sarayda, Hint tesiri artmaya başladı. Haremine aldığı Hintli kadınların tesiri ve hoşgörüsü ile, Hinduların da vatandaş sayılarak asker ve devlet memuru olmalarını sağladı. Müslümanlarla ordular arasında eşitlik sağlanınca ülkede gerginlikler azaldı. O "halkın devlet için değil, devletin halk için var olduğu" anlayışını benimsedi ve benimsetti. Muazzam nüfusu olan Hindistan'da Türkler küçük bir azınlık durumunda idiler ve daha çok asker ve memur oluyorlardı. Bir çok bakımdan eşitlik sağlandığı için azınlığın çoğunluk üzerindeki hakimiyeti bir mesele olmaktan çıkmıştı.

        Ekber Şah, 1603'te hastalandı ve konuşamaz hale geldi. Oğlu Cihangir'i cağırarak ona kendi eliyle kılıç kuşandırdı ve hükümdarlık sarığın giydirdi. Ölümünden evvel Sıkanda'da kendisi için bir türbe inşaatı başlatmıştı. Fakat kat ve piramidi andıran bu türbe oğlu Cihangir tarafından tamamlatıldı ve oraya gömüldü. Ekber Şah 1605'te ölmüştü.

        Selim Cihangir Şah, yirmi iki yıl saltanat sürdü. Adil, fakat zevk ve eğlenceye düşkün bir hükümdar idi. Hemen hemen hiçbir askerî başarı elde edemedi ve Kandahar şehrini İranlılara kaptırdı. Devletin ileri gelenleri de kendi nüfuzlarını arttırmak için mücadele etmekten başka bir şey yapmadılar. Cihangir'in yaptığı en önemli iş Ağra ve Lahor arasındaki yol idi.

        Zayıf iradeli bir hükümdar olan Cihangir zamanında saray ve entrikalarına kadınlar da karışmaya başladılar. Gevşek yönetimi yüzünden oğulları ile arası açıldı.

        İngilizlerin, Hindistan ticaretine el atmaları ve Gucerat'ın Surat limanında tüccarlarının yerleşeceği bir yer açmaları da Cihangir zamanına rastlar (1613). İngiltere'nin bir köprü başı gibi kullandığı bu liman, zaman içinde bütün ülkeyi ele geçirmesini sağlayacaktı.
Cihangir, tahttan indirileceği bir sırada öldü ve oğlu Hürrem Şah, "Şah Cihan" adı ila tahta çıktı (1628).

        Evrengzib'in (I. Alemgir'in) 1707'ye kadar süren saltanat döneminde, imparatorluk en geniş sınırlarına ulaştı ve Hindistan'ın tamamı Türk hakimiyetine girdi. Evrengzib koyu bir Müslüman, cesur bir komutan, iyi bir idareci ve yeniliklere açık bir devlet adamı idi. Taht kavgasına girişen kardeşlerini ortadan kaldırdı.

        Evrengizb Türk ve Müslüman dünyası ile iyi ilişkilerde bulunmuş, komşuları ile önemli bir meselesi olmamıştır. Halktan alınan vergileri azaltmış, düzeni ve huzuru sağlamıştı. Yemen İmamına, Habeşistan Hükümdarına gümüş ve altın para yardımı yapmıştır.

        Fakat, onun zamanında Hindistan ticaretine İngilizlerden sonra Hollandalılar da el atmış, Gucerat limanlarında onlara da bazı imtiyazlar verilmişti. Ülkesinde gittikçe çoğalan yabancı şirketlerin sömürücü tutumlarından şikayetçi idi ama, kendi ticaret gemilerini Hint Denizi'nde korsanlara karşı İngilizler koruduğu ve Hindistan'ın ekonomik menfaatleri onları hoş tutmayı gerektirdiği için gümrük vergileri biraz arttırmaktan başka bir şey yapamadı.

        Evrengzib, Hindistan'ın en adil hükümdarı olarak isim yaptı. En büyük kusuru, Türkistan'dan yeteri kadar Türk askeri getirmemiş olmasıdır. Çünkü Türkistan askerleriyle hem çoğunluğun baskısına hem de ülkeyi ele geçirmeye çalışan Batılılara karşı daha güçlü ve başarılı olacaktı.

        Evrengzib, 1707 yılında öldü ve bütün Türk devletlerinde kötü bir gelenek halini alan taht kavgaları yine başladı.

        Evrengzib'den sonra, kabiliyetsiz şehzadelerin birbirlerine düşmeleri, racaların isyanı, ülkeyi sarstı ve gerileme başladı. Nihayet Alemgir'in (Evrengzib'in ) oğullarından I. Bahadır Şah tahta çıktı. Fakat onun zamanında Racputlar isyan ettiler. Sih'ler de başkaldırdı ve büyük karışıklıklar yarattılar. Bu kargaşalıktan yararlanan Afganlılar bağımsızlıklarını ilan etmekte gecikmediler.

        1723'te "Delhi" ve "Haydarabad" şahlıkları olmak üzere ülke ikiye ayrıldı. Bu durumdan yararlanan İran (Avşar) hükümdarı Nadir Şah 1739'da Kuzey Hindistan'ı ve Delhi'yi zaptetti. Çok büyük ganimet aldı. Hint-Türk İmparatorluğu'nun hazinesinden o zamanın parasıyla 700 milyon rupilik kısmına el koydu. Fakat Bahadır Şah'ın torunu yerine bıraktı. İdare Nadir Şah'ın tayin ettiği umumi valinin elindeydi.

        1748'de bu defa Afganlı Ahmed Şah Hindistan'a girdi. Sind, Pencap ve Keşmir eyaletlerini hakimiyeti altına aldı.

        Artık Babürlü Hakimiyeti iyice zayıflamış, sınırları daralmıştı. 1760'ta II. Alemgir Şah, veziri tarafından öldürüldü ve yerine II.Şah Alem geçti. Bu şah, ülkeye gittikçe yayılan İngilizlerle savaştı. Ama, 1764 Baksar Savaşında yenilgiye uğrayınca, İngilizler idareye hakim oldular ve bundan sonra gelen hükümdarlar bir İngiliz memuru olmaktan ibaret kaldılar.

        1766'da, Allahabad Anlaşması'yla pekişen İngiliz hakimiyetinden sonra bazı direnişler, isyanlar oldu. Mesela 1857'de büyük "Sipahi isyanı" çıktı. Ama İngilizler bu isyanı da bastırdıktan sonra 1858'de bütün Hindistan'ı İngiliz İmparatorluğu'na kattılar. 1877'de Kraliçe Victoria resmen Hindistan İmparatoriçesi ilan edildi.

        Kendi adıyla anılan imparatorluğun kurucusu, büyük kumandan devlet adamı ve teşkilatçı olan Babür, aynı zamanda büyük bir edip, şair, alim idi. Bilim ve sanat adamlarını koruyor, teşvik ediyordu. "Eğer baban iyi kanun koymuşsa onu muhafaza et, yürürlükte tut, eğer bu kanun fena ise, ihtiyacı karşılamaz duruma gelmişse, yenisini yap" ilkesinden hareket ederek, yararlı kanun ve müesseselere işlerlik kazandırıyor, bunları geliştiriyor, modası geçmiş, yetersiz kalmış olanlarını yürürlükten kaldırıyordu.

        Babür İmparatorluğu'nda ekonomik hayat tarıma dayanıyordu. Sebzecilik, tütüncülük, afyonculuk yaygındı. En çok pamuk üretilirdi ve dokumacılık ileriydi. Yün, pamuk ve ipekli kumaşlar, elle yapılan eşyalar Avrupalılara satılır, dışarıdan çok az şey alınırdı. Çünkü ülke, o zamanki nüfusuna yeterli bir ekonomiye sahipti. Bununla beraber, yağmursuz geçen yıllarda büyük kıtlıklar olurdu.

        Babür İmparatorluğu'nda büyük şair, edip ve tarihçiler yetişmiştir. Mimarlık çok yüksek bir seviyeye çıkmış, bütün Hindistan çok güzel eserlerle adeta doldurulmuştur. Hindistan'daki bu Türk İmparatorluğu'nu yöneten hükümdarların en büyük hata veya kusuru, devletin geleceğini düşünerek, çok nüfuslu bu ülkede Türk nüfusu çoğaltmamak olmuştur. Mevcut Türkler azınlıkta kalıyor, onlar da orduda ve devlet işlerinde görev alıyorlardı. Bunun sonucu olarak, Babür zamanında Türkçe olan konuşma ve yazı dili Babür'den sonra yavaş yavaş bırakılmış, onun yerini Farsça, daha sonra Urduca almıştır. Urduca (Orduca), çoğunluğu Türklerden oluşan askerlerin, yerlilerle anlaşmak için kullandığı karma bir dil olarak gelişti. Türkçe, Farsça ve değişik Hindu lehçelerinden alınan kelimelerle meydana gelen bu dil, bu gün Pakistanlıların resmi dilidir ve Hindistan'ın büyük bir bölümünde de konuşulmaktadır.

        Hindistan'da dini hayat canlıydı. Müslümanlık, yerliler arasında yayılmıştı. Yalnız Delhi'de binden fazla medrese vardı. Türkistan'dan gelen tasavvuf hareketi Hindistan'ı da etkilemiş ve burada Çişti, Nakşibendî, Kadirî, Sühreverdî, Şettarî tarikatları yaygın hale gelmişti.

        Fakat, Hindistan'da en ileri giden kültür ve sanat kolları, mimarlık ve edebiyat olmuştur. Bütün dünyanın hayranlığını kazanan Tac Mahal, Hindistan'daki Türk mimarlığının, mimarideki zevk, incelik ve ustalığın sembolü olmuştur. Çağatay edebiyatının en güzel örneklerinden biri sayılan eseri de, bu imparatorluğun kurucusu olan Babür Şah'ın yazdığı Vekayi (Babürname) ile, baş mimarı İstanbullu Mehmed İsa Efendi olan Tac Mahal'i ayrı başlıklarla tanıtacağız.

SLyMN


SLyMN

        Tac Mahal

        İstanbul'dan getirilen Türk mimarların yaptıkları bu eser, dünyanın en güzel, en muhteşem en meşhur türbesidir.

        Hindistan'da Babürlüler devrinin mimarlık harikaları çoktur ve bunlardan bu gün sapasağlam, pırıl pırıl durmakta, seyredenleri hayran bırakmaktadır. Bu gün Pakistan'ın en çok turist çeken yerlerinden biri olan Lahor Sarayı, aynı şehirde dünyanın en geniş ve revaklı avlusuna sahip Padişahi Mescid, Agra, Delhi, Haydarabad ve diğer şehirlerdeki saray ve camilerin her biri başlı başına birer mimarlık şaheseridirler. Fakat, yeryüzünde hiçbir türbe, hiçbir mimarlık eseri, Tac Mahal kadar güzel, muhteşem ve meşhur değildir.

        Şah Cihan'ın eşi Ercümend Banu, güzelliği, zekası, iyilik severliği ile bütün imparatorluğun gönlünü fethetmiş, en seçkin sultan idi. Bu vasfından dolayı Mümtaz Mahal diye anılıyordu. Şah Cihan, ona henüz 16 yaşındayken aşık olmuş, evlenmek için 5 yıl beklemişti. Şah Cihan çok sevdiği eşini gittiği her yere götürür, onun fikirlerine, zevkine önem verirdi.

        Bu duygulu, zeki ve güzel kadın 1631 yılında 14. çocuğunu doğururken vefat etti. Şah Cihan eşinin ölümünü takip eden sekiz gün boyunca yemekten, içmekten kesilmiş, hiç odasından çıkmamıştı. Dokuzuncu gün dairesinin kapısını açıp dışarı çıktığı zaman saçlarının bembeyaz olduğu, iyice çöktüğü görüldü. Duygulu, gerçek aşık, vefalı hükümdar, ölünceye kadar kalbinde yaşatacağı sevgili eşi için bir türbe yaptırmaya karar verdi. Bu türbe saf aşkı sembolize edecek şekilde güzel, iç açıcı, aynı zamanda muhteşem olmalıydı. Bunun için dünyanın en büyük ustalarını bulacak, hazinesini, bu esere harcanmak üzere onların emrine verecekti. Bu amaçla İstanbul'dan mimarlar istedi. Gelen mimar, Mimar Sinan'ın öğrencilerinden Mehmed İsa Efendi ve ekibi idi.

        Mehmed İsa Efendi'nin aylarca çalışarak planını çizdiği Tac Mahal'in yapısında son derece berrak, beyaz bir mermer kullanıldı. Parlak beyaz mermerin, ince mavi damarları da vardı. Bu mermerden yapılan muhteşem kubbenin yerden yüksekliği 82 metredir. Kubbenin üzerindeki altın alemle bu yükseklik daha da artıyor. Türbenin beyaz mermerden dört minaresi de var.

        Eserin yapımına 1631'de başlanılmış ve 1652'de bitirilmiştir. Mümtaz Mahal'in ve öldükten sonra onun yanına konulan Şah Cihan'ın sandukaları üst kattadır. Kubbenin altında bulunan bu sandukalarda mermer oymacılığının en güzel örnekleri görülür. Sandukaların olduğu yerde insan ağzından çıkan her ses muhteşem kubbede yedi defa yankılanır.

        Sanat eseri olarak başlı başına bir hazine olan Tac Mahal'in duvarları gerçek hazine taşlarıyla süslüdür. Yüz binlerce akik, sedef, firuze gömülü olan duvarlarında ayrıca 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta, 50 tane de çok büyük inci vardır. Türbenin yapımı için 47 milyon altın lira harcanmıştır ve buna duvarlardaki mücevherler dahil değildir. İstanbul'daki muhteşem Süleymaniye Camii için bile 19 milyon altın lira harcandığını söylersek, Tac Mahal için ne muazzam bir fedakarlık yapıldığı daha kolay anlaşılır.

        Bu anıt, Şah Cihan'ın İstanbul'dan davet ettiği Türk mimarların eseridir. Planını İstanbullu Mehmed İsa Efendi, kubbeyi İstanbullu mimar İsmail Efendi, yapmış, duvarlardaki şahane yazıları yine İstanbullu hattat Serdar Efendi yazmıştır. Birçok yabancı usta, bu arada İtalyan mimarlar da bunların emrinde çalışmıştır.

        Büyük bir fikir adamı, edip ve şair olduğunu olan Babür Şah, güzel sanatların her dalına ilgi göstermiş ve bu dallarda başarılı olmuştur. Güzel yazı yazar, beste yapar, saz çalardı. Hatta Babür Hattı (Hatt-ı Babürî) diye bilinen bir yazı çeşidi de icat etmişti.

        Babür'ün, Hanefî fıkhına ait Mübeyyen isimli bir mesnevisi, tür şairlerinin aruzla yazdığı şiirleri hakkında da bilgi veren Aruz Risalesi, çeşitli şiirlerini topladığı bir "divan"ı vardır. Fakat Babür'ün asıl eşsiz eseri "Babürname" olarak anılan büyük seyahat ve hatırat kitabıdır. Çağatay lehçesiyle (Orta Asya Türkçesiyle) yazılan bu eserde Babür, gezip gördüğü yerleri, bütün özellikleriyle, oralarda yaşayanların adet, gelenek, duygu ve düşünceleriyle, çok akıcı ve tabii bir üslupla tanıtmıştır. İyi ve kötü taraflarını sebep olduğu mutluluk ve mutsuzlukları, kendi çağının tarihî gerçeklerini çok samimi, çok güzel bir şekilde anlatmıştır.

        Edebiyatçılarımız ve tarihçilerimiz bu eseri, lisanındaki tabi güzellik dolayısıyla "yalnız Orta Asya Türkçesinin değil, bütün Türk edebiyatının en güzel mensur eserleri arasında" sayar. Bazılar da " Türk tarihinin bütün zamanlarının en değerli hatırat eseri" olarak gösterirler.

        Birçok yabancı dile çevrilen bu eser günümüz Türkçesine Prof. Dr. Reşit Rahmeti Arat tarafından tercüme edilmiştir. İlk defa 1943 ve 1946 yıllarında Türk Tarih Kurumu tarafından iki cilt olarak, 1970 yılında Milli Eğitim Bakanlığı 1000 temel Eser dizisinden üç cilt olarak (toplam 630 sayfa) basılmıştır.

ç. Özbekler ve Özbek Hanlıkları
Özbek Hanlığı (Şibaniler) (1428-1599)

Batu Han'ın kardeşi Şiban soyundan gelen Ebulhayr Han devletin kurucusudur. Altınordu Hanı Özbek Han'ın ahfadından oldukları için devlete onun ismini vermişlerdir. Özbekler, 1428 yılında Ebulhayr'ı Sibir şehrinde han ilân etmişler ve Timurluların içine düştüğü karışıklıklardan yararlanan Ebulhayr Han da, 1431'de Gürgenç dahil olmak üzere Harezm'e, 1447'ye doğru da Seyhun dolaylarında Sığnak şehrinden Özkent'e kadar olan bölgeye hâkim olmuştur. Ancak 1457'deki Moğol kabilelerin saldırısı yeterli direnç gösterilmediği gerekçesiyle Özbeklerin bir kısmı Ebulhayr'ın hâkimiyetini tanımayarak kuzeye göç etmişlerdir. Bunlar kendi başlarına buyruk hareket ettiklerinden dolayı Kazak diye anılacaklardır.

Ebulhayr Han, Çağataylılar'dan Yunus Han'a karşsı giriştiği mücadeleyi kaybederek 1468 yılında ölmüştür. Yerine geçen oğlu Şah-Budak Han ise Yunus Han ve Timurlulara karşı ülkesini koruyamamıştır. Onun yerine geçen oğlu Muhammed Şibani Han, önce Timurluların iç mücadelelerinden faydalanarak, Maverâün-nehr'i ele geçirmeyi başardı (1500). Ardından Çağataylılar'ı yenerek Taşkent ve Sayram bölgelerini (1503), Timurlular'ın elinden de Harezm, Belh ve Herat şehirlerini alarak Türkistan'ın en büyük gücü haline gelmiştir. Ancak Şibani Han, Merv'de Safevi Hükümdarı Şah İsmail ile yaptığı savaşı kaybederek öldü (1510).

Muhammed Şibani Han'dan sonra büyük bir sarsıntı geçiren Özbek Hanlığı uzun bir süre iç çekişmelerle istikrarsız bir dönem yaşamıştır. Muhammed Şibani Han'dan sonra Özbeklerin en büyük hükümdarı olarak kabul edilen 2.nci Abdullah Han zamanında (1580-1598), hanlık eski gücüne kavuşmuştur. Fakat 1597 yılında Safevi Hükümdarı Şah Abbas'a yenilmesi Özbek Hanlığı'nın parçalanmasına yol açmıştır. Sonuçta Horasan Safevilere, Taşkent ve civarı Kırgızların eline geçti. Diğer bölgelerde müstakil hanlıklar kuruldu.

    Hive Hanlığı
Hive Hanlığı (1512-1873)

Şibaniler soyundan İl-Bars, Safevileri Harezm'den atmayı başararak, merkez Ürgenç şehri olmak üzere Hive Hanlığı'nı kurdu (1512). Arab Muhammed Han zamanında (1603-1623), hanlık merkezi kuraklık sebebiyle Hive şehrine nakledilmiştir. Hanlık tarihinde iç çekişmeler, Özbek Hanlığı'na, Moğol Kalmuklar'a, Ruslar'a ve İran'a karşı mücadeleler eksik olmamıştır. 16.ncı yüzyılın sonlarına doğru, Amu-derya'nın yatağını değiştirerek, Hazar Denizi yerine Aral gölüne dökülmeye başlaması, bölgede ziraî ve iktisadî hayatın büyük ölçüde gerilemesine sebep olmuştur. Hanlık, Afşar hanedanından Nadir Şah'ın Hive'yi ele geçirmesinden sonra (1740) kısa bir süre İran'a bağlı kaldı. Deli Petro zamanından beri Orta Asya'da gözü olan Ruslar, hileyle önce Hazar kıyılarında üs oluşturup ardından 1873 yılında Hive'ye saldırdılar ve hanlığı ele geçirdiler. Son Hive hanının Kızılordu tarafından tahtan uzaklaştırılmasına kadar ( 1920) şeklen de olsa Hive Hanlığı varlığını korudu.

Hive Hanlarından Ebul Gazi Bahadır Han (1643-1665), "Şecere-i Terakime" ve "Şecere-i Türkî" adlı eserleriyle Türk tarih ve kültürüne büyük bir hizmette bulunmuştur.
    Buhara Hanlığı
Buhara Hanlığı (1599 -1868)

2.nci Abdullah Han'ın ölümü üzerine (1598) baş gösteren iç çekişmeler ve taht kavgaları Özbek Hanlığı'nın parçalanmasına yol açmıştı. Halkın ileri gelenlerinin teklifi ile Astrahanlı Yar Muhammed'in oğlu Baki Muhammed hanlığa getirildi (1599). Böylece Buhara'da Şibani hanedanı yerine Astrahanlılar hanedanı başlamış oluyordu. Bu hanedanın Canıbeg kolu, İran hükümdarı Nadir Şah'ın Buharayı işgaline kadar devam etmiştir. Diğer kolu olan Mangıt Hanedanı ise 1753 yılında Muhammed Rahim Atalık'ın hâkimiyeti ele geçirmesiyle başlayıp, 1920 yılına kadar devam eder. Buhara ve Hive Hanlıkları, İran ve Ruslara karşı Osmanlılar ile iyi ilişkiler kurmuşlardır. Ancak mesafenin uzaklığı daha sıkı ilişkileri engellemiştir. 1868 yılında Rus hâkimiyetine düşen hanlık, 1920 yılında yeni Sovyet yönetimi tarafından ortadan kaldırılmıştır.
    Hokand Hanlığı
Hokand Hanlığı (1710-1876)

Hive ve Buhara Hanlıkları arasındaki mücadelelerden bıkan bir kısım halkı etrafına toplayan Şibani soyundan gelen Şahruh, Fergana'da Hokand merkez olmak üzere bağımsız bir hanlık kurmayı başarmıştır (1710). Bir ara Çin hâkimiyetini tanımak zorunda kalan hanlık, 1876 yılında Ruslar tarafından ortadan kaldırılmıştır.
d. Kazak Hanlığı ve Yüzler (Cüzler)
Kazak Hanlığı ve Yüzler (Cüzler)

Ebulhayr Han idaresindeki Özbekler, Moğol kabilelerinin saldırısı ile büyük kayıplar vermişlerdi. Özbek uruğları arasında iç çekişmeler başlaması üzerine bunlardan bir kısmı hanlıktan ayrılarak kuzeye göç ettiler (1457). Daha başka Türk unsurların katılması ile güçlenen bu topluluklar, kendi başlarına buyruk hareket ettiklerinden dolayı Kazak diye bilineceklerdir. Kazaklar bundan sonra Cuci soyundan değişik hanlar idaresinde siyasî bir birlik hâlinde yaşamışlardır. Kasım Han 16.ncı yüzyılın başlarında Kazakların tamamını hâkimiyeti altında birleştirmeyi başarmıştır. 17. yüzyıl başlarında Tevkel Han zamanında güçlerini daha da artıran Kazaklar, Maveraünnehir'e başarılı bir sefer düzenlemişlerdir. Bu dönemde Kazaklar, üç ordu hâlinde teşkilâtlandırılmışlardır. Bunlar Büyükordu (Ulu Cüz) doğu da, Küçük ordu (Kiçi-Cüz) batıda, Orta-orda (Orta-Cüz) ise Taşkent merkez olmak üzere ortada bulunuyordu.

18. yüzyıldaki Kalmuk istilâsı, Özbeklerin kuzeyindeki Kazakları perişan etmiş ve cüzlerin birbirinden kopmasına yol açmıştır. Ruslar, Kalmuklar ile Kazakları birbirine kışkırtarak, onları iyice zayıflatmıştır. Kazak ordularından Küçük Ordu Hanı Ebulhayr'ın, yardım alma ümidiyle Ruslara taviz vermesi, Kazakların Rus hâkimiyetine düşmelerine sebep olmuştur (1731).

Geri kalan Kazaklar, Kırgızlar ile birlikte Buhara, Hive ve Hokand Hanlığı etrafında toplanarak Ruslar'la mücadele etmişlerdir. Rus zulmüne karşı Kazak Türkleri pek çok defa isyan etmişlerdir . Bunlardan 1783'te Sırım Batur önderliğinde Doğu Kazakistan 'da baş gösteren ayaklanma 15 yıl sürmüştür. 19. yüzyılın ikinci yarısında Ruslar, Kazakların siyasî birliğine son vermişlerdir. Sovyetler döneminde de Kazaklara karşı baskılar ve asimilasyon devam etmiştir
e. Sayan-Altay Türkleri ve Kırgızlar
    Sayan-Altay Türkleri
    Kırgızlar
Kırgızlar

840'ta Orhun-Yenisey'deki Uygurları yıkan Kırgızlar önce Karahıtay ve ardından da 13.yüzyılda Moğolların hâkimiyetinde yaşamışlardır. Timurlular dönemine ait haklarında bir bilgi bulunmamaktadır. 16 yüzyılda ise başlarında Cengiz soyundan Halil Sultan'ın bulunduğu bilinmektedir. Kırgızların kâvmî teşkilâtı, bugünkü şeklini 17. yüzyılda almıştır. Bu dönemde Kırgızlar, Sağ ve Sol olmak üzere iki kola ayrılmışlardı. Kırgızlar, Sayan bölgesinde oturdukları eski zamana ait uruğ (kabile) adlarını korumakla beraber diğer Türk toplulukları ile de kaynaşmışlardır. Meselâ bunlardan, devlet tecrübesi olmayan bazı Altay ve Yenisey Türkleri. Kalmuklar ile karışarak Oyrat adıyla anılmışlardır. Umumiyetle Kazak hanlarının hâkimiyetleri altında yaşayan Kırgızlar, onlarla birlikte, 17. yüzyılın sonlarında Moğol asıllı Kalmuklara karşı savaşmışlardır. Kalmuklar ile olan savaş, dünyanın en uzun lirik destanı olan Kırgızlarıin millî destanları Manas'ın oluşmasını sağlamıştır..

Hokand Hanlığı'nın kuruluşunda Özbekler yanında Kırgız ve Kazaklar da yer almıştır (1710). Orta Asya'da Kalmuk istilâsı Kazak ve Kırgızları yıpratmış, Rusya ve Çin bundan faydalanarak onları boyunduruk altına almaya çalışmıştır. Sovyet döneminde Bişkek merkez olmak üzere Karakol bölgesi, Fergana ve Hokand'ın bazı bölgeleri ile Oş ve Pamir'in kuzeyini içine alacak şekilde Kırgızistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu devlet 1991 yılında diğer Türk Cumhuriyetleri ile birlikte bağımsızlığını ilân ederek Kırgızistan Cumhuriyeti hâlini almıştır.
f. Yaka Türkmenleri (Türkmenistan)
Yaka Türkmenleri (Türkmenistan)

Büyük Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra Türkmenlerin bir kısmı Mangışlak, Maveraünnehir ve Horasan'da kalmışlardı. Bu bölgede diğer Türk boyları ile birlikte önce Moğol, sonra da Timurlular hâkimiyetinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. 17. yüzyılın ikinci yarısından sonra Moğol asıllı Kalmukların saldırılarına maruz kalmışlardır. Fakat bulundukları bölgelerin istilâlara karşı daha korunaklı olması ve boylar hâlinde yaşamaları sebebiyle Türkmenler genelde müstakil bir hayat sürmüşlerdi. Kopet Dağı çevresinde Yamud, İmralı gibi Türkmen boyları ile bir araya gelerek güçlendiler. 1835'den itibaren İran ve Hive Hanlığı baskısıyla Merv bölgesine doğru yayıldılar. Burada 1855'te Hive Hanlığı, 1860'ta da İranlıların saldırılarını savuşturarak istiklâllerini korudular. Bu dönemde başlarında Kuşid Han bulunuyordu . Türkistan'daki Rus ilerleyişi karşısında büyük direniş gösteren Türkmenler, 1879'da Göktepe'de Rusları ağır bir yenilgiye uğratmışlardır. Daha sonra aynı mevkide yapılan savaşlarda verilen kayıplar ve uğradıkları katliamlar sonucunda, Rus hâkimiyetini tanımak zorunda kalmışlardır(1884). Çarlık döneminde Türkmenler, ağır baskılara maruz kalmışlardır. Bu baskılar Sovyetler döneminde de devam etmiştir. Bu dönemde Hazar kıyılarından Merv bölgesine kadar uzanan bölgelerde Türkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adıyla sözde bir devlet kurulmuştur. Bu devlet 1991 yılında bağımsızlığını ilân ederek Türkmenistan Cumhuriyeti adını almıştır.
g. Doğu Türkistan (Kaşgar Hanlığı)
Doğu Türkistan (Kaşgar Hanlığı)

Uygur ve Karahanlıların üzerinde kurulduğu Isık göl, İli Havzası ve Doğu Türkistan'ın bir bölümü Çağatay Hanlığı'nın çöküşünden sonra, Duğlat emirlerinin hâkimiyetine girmişti. Timur'dan sonra kendini toparlayan hanlığın idarecileri, putperest Kalmuk, Oyrat gibi kabilelere karşı cihat eden Müslüman kimselerdi. Bunlardan biri Veys Han'dır (1418-1428). Yerine geçen oğlu Esen-Buğa (1429 -1462), Timurlular ile mücadele etmiştir. 17.nci yüzyılda bu bölgelerde Hoca adı verilen yerli kişiler hâkim idi. Mançu Sülâlesi boyunca (1644-1911) Çin'e bağlanan bölge halkı daha sonra sık sık Çin'e karşı ayaklanmıştır. Bunlar'dan 1866 yılında başlayan, Yakub Bey (Atalık Gazi) tarafından idare edilen ayaklanma önemlidir. Türkistan'ın istiklâlini amaç edinen Atalık Gazi, kendini Kaşgar Hanı ilân ederek önemli başarılardan sonra müstâkil hale gelmiştir (1874). Fakat Çin, Rus ve İngiliz kıskacına giren Atalık Gazi, çareyi İstanbul'a elçiler göndererek (1870) Sultan Abdulaziz'e tâbi olmakta bulmuştur.. Osmanlılar karşılık olarak, o dönemde içinde bulundukları güç şartlardan dolayı silâh ve iktisadî öğretmenler göndermekten başka yardım yapamamışlardır. Atalık Gazi'nin ölümünden sonra ülkesi Çinliler tarafından tekrar işgal edilecektir (1877).
h. Azerbaycan Hanlıkları
Azerbaycan Hanlıkları

Azerbaycan yani "odlar/ateş ülkesi" tıpkı Anadolu gibi çok eski devirlerden itibaren Türk akınlarına sahne olmuş ancak, bölgenin Türkleşmesi 11.nci yüzyıldaki Selçuklu çağı Oğuz-Türkmen yerleşmeleriyle gerçekleşmiştir. Moğol ve Timur idaresinden sonra bölgede Karakoyunlu ve Akkoyunlular Türkmenleri hâkimiyet kurmuştur. Daha sonra kurulan Safevi Devleti ile Osmanlılar arasında sürekli mücadelelere sahne olan Azerbaycan, Nadir Şah'ın ölümünden sonra (1747) küçük hanlıklara bölünmüştür. Bölgede güçlenen Ruslar, önce Azerbaycan'ın iç işlerine karışmaya başladılar. Ardından Kuzey Azerbaycan'da yarım asır kadar birbirleri ile mücadele eden hanlıkları, birebir hâkimiyetlerine almışlardır. Böylece 1805'de Gence Hanlığı ( Ziyadoğulları), 1806'da Kuba ve Bakü Hanlıkları, 1815'te Şeki Hanlığı (Hacı Çelebi oğulları) ve 1822'de Karabağ Hanlığı (Cevanşir Beyleri) Ruslar tarafından ele geçirildi. Rus ilerleyişi karşısında harekete geçen, İranlılar, Ruslara peşpeşe yenilerek Gülistan ve ardından 1828 Türkmençay Andlaşması'nı imzalamak zorunda kaldılar. Bu anlaşmayla Azerbaycan, Aras sınır olmak üzere kuzey ve güney diye fiilen bölünmüş, Kuzey Azerbaycan'ı Ruslar işgal ederken, Güney Azerbaycan İran'da kalmıştır. Güney Azerbaycan'da Hoy ve Tebriz'de Dünbüllü Hanları, Erdebil'de Şeyhler gibi hanlıklar hüküm sürdüler. Bolşevik İhtilâli üzerine Rus ordularının Kafkaslardan çekilmesi ardından Azerbaycan Türkleri, 28 Mayıs 1918'de bağımsızlıklarını ilân ettiler. Bunda Nuri Paşa komutasındaki bir Osmanlı birliğinin Bakü'ye girmesi etkili olmuştur.

İlk bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti, 27 Nisan 1920 yılındaki kanlı Kızıl Ordu işgaline kadar yaşamıştır. Sovyetler döneminde Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. 1991 yılında ise bu devlet Azerbaycan Cumhuriyeti olarak bağımsız bir Türk devleti hâline geldi.

SLyMN

D. KÜLTÜR VE UYGARLIK

1. Devlet Yönetimi
Bu ünitede yer alan devletler, kurucularının etnik kökeni ve kuruldukları yerler bakımından birbirinden farklıdır. Ancak yönetim şekilleri, ana hatlarıyla birbirine benzemektedir.
Moğollar, devlet yönetiminde Uygur Türklerine görev verdiler. Moğollarla Türkler yan yana yaşadılar. Bu nedenle Moğolların üzerinde Türk kültürünün etkisi fazladır.

Moğol Devleti'nin başında bir hükümdar bulunurdu. Hükümdarın çok geniş yetkileri vardı. Hükümdarlık babadan oğula geçerdi. Devlet, Cengiz Hanın koyduğu yasalara (Cengiz Yasaları) göre yönetilirdi.

Moğollarda, hükümdarın başkanlığında toplanan ve kurultay adı verilen bir meclis vardı. Kurultaya boy beyleri, kabile başkanları ve devlet ileri gelenleri katılırdı. Kurultayda, devletin başına geçecek kişinin hanlığı onaylanır, ayrıca diğer devlet işleri görüşülerek karara bağlanırdı.
Moğollarda askerlik çok önemliydi. Onlar, askerlik teşkilatında, Türklerden öğrendikleri onlu sistemi esas almışlardı.

Moğollardaki devlet yönetim anlayışı, Altın Orda Devleti'nde de aynı şekilde devam etmiştir. Çünkü bu devlet, Moğol İmparatorluğu'nun parçalarından biriydi.

Timur Devleti'nin kurucusu olan Timur, bir hükümdarda bulunması gereken bütün yetkilere sahipti. Ancak han soyundan olmadığı için, "han" değil "emir" unvanı kullanıyordu. Timur Devleti'nin yönetiminde hem Cengiz Yasaları uygulanıyor hem de Türk töresine bağlı hareket ediliyordu. Timur Devleti'nin ordu teşkilatı, Moğollarınkine benziyordu. Ancak, Timur'un ordusunda fillerden de yararlanılıyordu. Filler o dönemin tankları gibiydi.

Babür Devleti'nin başındaki hükümdarlar padişah unvanı kullanıyordu. Bu hükümdarların geniş yetkileri vardı.


2. Din ve İnanış
Moğollarda birden çok din ve inanç anlayışı olduğu bilinmektedir. Totemizm, Şamanizm, Budizm ve Hıristiyanlık bunlar arasındaydı.

Totemizmde, kutlu olduğu kabul edilen totemlere inanılırdı. Bunlar, insan veya hayvan olabilirdi.

Şamanizm inancında iyi ruhların desteğini sağlamak, kötü ruhlardan korunmak esastı. Güneş, Ay, gökyüzü, su, ağaç, dağ kutsal kabul edilirdi. Bu inanç sisteminde ayin ve törenlerin önemli bir yeri vardı. Ayin ve törenleri yönetenlere kam veya şaman adı veriliyordu. Kamlar (şamanlar) fal bakar, büyü yapar, kehanette bulunurlardı.

Moğollar, hakim oldukları topraklarda yaşayan Müslümanlara hoşgörü göstermişlerdir.

Altın Orda Devleti zamanında Berke Han İslamiyeti kabul etti. Timur ve Babür devletleri dönemlerinde İslamiyetin Asya'daki etkisi arttı. Babür Devleti zamanında bu etki daha da fazlalaştı. Ancak bütün bu devletlerin toplum hayatında, din ve inanç konusunda hoşgörülü bir anlayış vardı. Hindistan'da hüküm süren Türk hanedanlarından birinin beyi şunları söylemiştir: "Din ve devlet birbirinden tamamen ayrı şeylerdir. Bunlardan birincisi kadılara ve müftülere, ikincisi ise beylere (hükümdarlara) ait işlerdir. "

3. Sosyal ve Ekonomik Yaşam
Moğolların göçebe bir yaşam tarzı vardı. Buna bağlı olarak da avcılık ve hayvancılıkla geçinirlerdi.
Moğolların ilk zamanlarında ailede annenin sözü geçerdi. Daha sonraları bu durum değişti ve aile başkanı baba oldu.

Moğollarda sosyal yapı dört gruptan oluşuyordu. Bunlar; han ailesi ve noyanlar, askerler, halk, köleler olarak sıralanırdı.

Cengiz Han zamanında Moğolların sosyal ve ekonomik yaşamında değişmeler oldu. Savaş ganimetleri ile ticari etkinliklerin ekonomideki önemi arttı. Ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için demircilik ve marangozluk yaygınlaştı. Türkistan ile Çin arasındaki ticaret sırasında kağıt para kullanıldı. Ticaret şirketleri kuruldu. Altın Orda hanları, İtil (Volga) nehri yoluyla yapılan ticareti geliştirdiler. Kervan yollarını işlek hale getirdiler. Bu önlemler, ekonomik yaşamı canlandırdı.
Timur Devleti zamanında tarıma önem verildi. Kanallar açıldı. Ayrıca yeni şehirler kuruldu.

Babürlüler bağcılık ve meyveciliğe önem verdiler. Su kanalları açtılar. Bu dönemde başlı başına bir zenginlik kaynağı olan Hindistan'da canlı bir ticaret hayatı oluştu. Ayrıca, kara ve deniz yoluyla yapılan dış ticaret oldukça gelişmişti.

4. Yazı, Dil ve Edebiyat
Moğollar, Uygur alfabesini kullandılar. Onlardan kalan yazılı eserlerin başlıcaları; Cengiz yasaları, fermanlar ve bazı dini metinlerdir. O dönemin en ünlü eseri "Moğolların Gizli Tarihi" adını taşımaktadır. Bu eserde, Moğolların yaşam tarzı hakkında önemli bilgiler vardır.

Moğol Devleti'nin egemenliği altında yaşayanlar, Moğolca ve Türkçe konuşurlardı.

Moğol Devleti'nin parçalanmasıyla ortaya çıkan Altın Orda ve Çağatay devletlerinde Türkçe daha da önem kazandı. Doğu Türkçesine Çağatayca, bu dönemde gelişen edebiyata da Çağatay edebiyatı adı veriliyordu. Bu edebiyatın en ünlü temsilcisi Ali Şir Nevai'dir. Ali Şir Nevai, Türk dilinin Farsçadan daha zengin olduğunu anlatmak için bir eser yazmıştır.
Bu eserin adı Muhakemetü'l-Lügateyn (iki dilin karşılaştırılması)'dır.Babür Devleti'nin kurucusu olan Babür Şah, Babürname adını taşıyan bir eser yazmıştır. Türkçe yazılan bu eserde Babür Şah, hayatını ve mücadelesini anlatmaktadır

5. Bilim ve Sanat
Cengiz Hanın ölümüne kadar Moğolların bilim ve sanatla ilgili olarak herhangi bir faaliyette bulunmadıkları sanılmaktadır. Altın Orda Devleti zamanında ise tıp konusunda çalışmalar yapıldığı, Harizm şehrinde bir tıp merkezinin varlığından anlaşılmaktadır. Ayrıca onlar musikiye de önem vermişlerdir.

Babür Devleti zamanında mimari çok gelişmiş, birçok saray yapılmıştır. Bunların en ünlüsü, dünyadaki en güzel mimari eserlerden biri olan Tac Mahal'dir. Görkemli bir türbe olan bu eser, Babür Hükümdarı Şah Cihan tarafından eşi için yaptırılmıştır. Agra şehrindeki Tac Mahal'in yapımında, İstanbul'dan giden bir Türk mimar da çalışmıştır.

VII. ÜNİTE
TÜRK TARİHİ
(11 - 14. YÜZYIL)

A. ANADOLU'NUN FETHİ
1. Anadolu'ya İlk Türk Akınları
Türklerin Anadolu toprağındaki tarihi çok yenidir. Yaklaşık 900 yıl. Oysa Anadolu'da 12 bin yıl öncesine giden yerleşim yerleri vardır. Anadolu'da Türklerden önce Hitit, Frig, Urartu, Lidya, Yunan, Roma ve Bizans gibi uygarlıklar yaşadı. 1000'li yıllardan itibaren ise Anadolu Türklerin vatanı olmaya başladı.
Son derslerimizden hatırlayacağınız gibi, Oğuz Türkleri 1000'li yıllarda Orta Asya'dan batıya doğru büyük bir göç yapıyordu. Oğuzların büyük bir kolu Selçuk Bey önderliğinde Maveraünnehir, Horasan ve İran bölgesine indi. Daha sonra, Selçuk beyin torunları Çağrı ve Tuğrul beyler Horasan bölgesinde Büyük Selçuklu Devleti'ni kurdular. Ama Oğuz Türklerinin yayıldığı alan İran Maveraünnehir ve İran ile sınırlı değildi. Daha Büyük Selçuklu Devleti kurulmadan önce Çağrı Bey önderliğindeki göçebe Oğuz kabileleri (Türkmenler), 1018 yılında Azerbaycan üzerinden Anadolu'ya girdiler. Burada önlerine çıkan kuvvetleri dağıttılar. Çağrı Bey Anadolu'da bir süre kalarak keşif ve istila hareketinde bulundu. Sonra kardeşi, Tuğrul Bey'in yanına döndü. Anadolu'nun iklimi ve geniş otlakları Türkmenler için son derece elverişliydi. Zaten, o dönemde Doğu Anadolu'da Bizans egemenliği iyice zayıflamıştı. Bu durum Selçukluların ve Türkmenlerin Anadolu'ya akınlarını kolaylaştırıyordu.

Büyük Selçuklu Devleti Horasan ve İran toprakları üzerinde kurulduktan sonra, kendi toprakları büyük bir Oğuz (Türkmen) akınına uğradı. Selçuklu hükümdarları bu Türkmenleri batı sınırındaki uc bölgelerine yerleştirme siyaseti izlediler. Tuğrul Bey ve Alp Arslan bu siyaseti başarı ile uyguladılar.
Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, başka bir kardeşi olan İbrahim Yınal'ı, kuzenleri Kutalmış ve Hasan'ı bir ordu ile Anadolu'ya gönderdi. Amaç, Türkmenleri Anadolu'ya geçirmek için yol açmaktı. Bu ordu 1048 yılında Erzurum yakınlarındaki Pasinler ovasında ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu savaş Selçukluların Bizans'a karşı kazandığı ilk büyük zaferdi. Bu zaferden sonra Türkmenler Anadolu'nun iç kısmına kadar yayıldılar.
Tuğrul ve Çağrı bey döneminde yapılan akınlar sonucunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da önemli Bizans şehirleri ve kasabaları ele geçirildi. Çağrı Bey'in oğlu Yakuti Erzurum, Kemah, Malatya ve Sivas'ı ele geçirdi. Tüm bu akınları durdurabilmek için Bizans İmparatorluğu iki sefer yaptı, ancak başarılı olmadı. Alp Arslan döneminde ise Bizans devam eden Selçuklu ve Türkmen akınlarını durdurabilmek için son şansını deneyecekti.

2. Malazgirt Savaşı ve Sonrası
Nihayet Bizans ordusu doğuya doğru sefere çıktı. Bu sırada Alp Arslan, Mısır seferine çıkmıştı. Henüz Halep kuşatmasında bulunuyordu. Bizans ordusunun ilerleyişini duyunca süratle geri dönmeye karar verdi. Yaşlı ve yorgun askerlerini bırakarak emrindeki dinç kuvvetlerle Ahlat'a geldi. Birkaç kez barış teklif ettiyse de bunu Alparslan'ın korkusuna yorumlayan Romanos Diogenes, barışı reddetti. Artık savaş kaçınılmazdı. Devrin kaynaklarına göre Bizans'ın 200 binlik ordusuna karşı, Selçuklu kuvvetleri 50 bin kadardı. Bizans ordusundaki Peçenek ve Uz askerleri, karşılarındakinin Türk olduğunu görünce Selçuklu tarafına geçmişlerdi . İki ordu Malazgirt Ovası'nda mevzilendi. İslâm ülkelerinin her köşesinde, Alp Arslan'ın zafer kazanması için hutbe okunuyor, dua ediliyordu. Nihayet Alp Arslan ordusu ile cuma namazını kıldıktan sonra askerini oldukça etkileyen, coşkulu bir konuşma yaptı; şehit düşerse üstündeki beyaz elbisenin kefeni olduğunu, onunla gömülmesini vasiyet etti. Sonra eski Türk geleneğine uyarak atının kuyruğunu bağladı ve ordusunun başına geçti. ( 26Ağustos 1071 ) Alp Arslan sayıca çok üstün olan Bizans kuvvetlerine karşı Türk savaş taktiği olan "Turan taktiği"ni başarıyla uyguladı. Askerlerin bir kısmı savaş alanının iki yanındaki tepelerde pusuya yattı. Diğer kuvvetler düşmana saldırdı ve kaçar gibi yaparak geri çekildiler (sahte ric'at). Türklerin bozguna uğradığını zanneden Bizans kuvvetleri disiplinsiz bir şekilde Selçuklu kuvvetlerini takibe başladı ve merkezden epey ayrıldılar.
         Pusuya doğru çekilen Bizans ordusu,bu tuzağı geç fark etti. Geri çekilmeye çalıştıkları sırada Ermeniler ve yedek kuvvetler savaş alanından kaçtılar. Tam anlamıyla çembere alınan Bizans ordusu, akşama kadar süren Türk hücumlarıyla âdeta yok edildi. İmparator yaralı olarak ele geçirildi (26 Ağustos 1071). Alp Arslan, imparatorun umduğunun aksine, ona çok iyi muamele etti; saygı gösterdi. Aralarında yapılan anlaşmaya göre, imparator kurtuluş akçası (fidye) karşılığında serbest bırakılacaktı. Ayrıca Bizans'ın elindeki bütün Müslüman esirler salıverilecek ve Selçuklulara yıllık vergi ödenecekti. Ancak Türk askerlerinin eşliğinde memleketine gönderilen Romanos Diogenes tahtından indirildi. Gözlerine mil çekilerek hapse atıldı. Yerine geçenler bu anlaşmayı tanımadılar. Bunun üzerine Türk komutanlara Anadolu'nun fethinin tamamlanması emri verildi. Malazgirt Zaferinin Önemi ve Sonuçları: Malazgirt Zaferi sonuçları itibarıyla hem Türk tarihi, hem de dünya tarihi bakımından çok büyük bir önem taşımaktadır. Malazgirt Zaferi sonucunda Anadolu'nun kapıları kesin olarak Türklere açılmış oluyordu. Böylece Anadolu'nun, Türklerin ebedî vatanı olması için en büyük adım atılmıştır. Zaferden sonra Anadolu'da irili ufaklı birçok Türk devleti kurulmuş, Türkiye Cumhuriyetine kadar uzanan Türkiye tarihi başlamıştır. Bu zaferle, Türklerin İslâm dünyasındaki prestiji ve liderliği daha da güçlenmiştir. Malazgirt Zaferi, Avrupa'da da derin izler bırakmıştır.
Bizans'ın yenilmesi üzerine kendilerini de tehlikede gören Hristiyan Avrupa, Türklere karşı ittifaklar oluşturmuşlardır. Haçlı ittifakı aslında bu zafere bir tepki olarak doğmuştur. Haçlı Seferleriyle Türk ilerleyişi durdurulmak istenmiştir . Malazgirt Zaferi ile Anadolu'nun kapıları ardına kadar açılmış idi. Böylece Anadolu'nun Türkleşmesi safhası başlamış ve kısa süre zarfında Türkler Anadolu'da çoğunluğu sağlamışlardır. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde irili ufaklı Türk devletleri ortaya çıkmıştır.

SLyMN

B. ANADOLU'NUN TÜRKLEŞMESİ
1. Türkiye'de Kurulan İlk Türk Devletleri
Danişmentliler
Anadolu'da fetihlere memur edilen Gazi Ahmed Bey, Türkmenlere hocalık, öğretmenlik yaptığı için "Danişmend" lâkabı ile anılıyordu. Danişmend Gazi Ahmed Bey, Kızılırmak ve Yeşilırmak dolaylarını ele geçirmişti. Emir Danişmend'in Bizanslar ile bir savaşta ölen Battal Gazî (öl. 740)'nin neslinden geldiği söylendiği gibi, onun Anadolu fâtihi Sultan Süleymân b. Kutalmış'ın dayısı olduğu da rivayet edilmektedir. 1086'da Süleymanşah ölünce gücünü arttırdı. I. Kılıçarslan'ın Haçlılarla yaptığı Savaşlara katılarak başarı gösterdi. Antakya Prensi Bohemond'u esir aldı ve Malatya'yı ele geçirdi. Bu prensin serbest bırakılmasını isteyen Kılıçarslan'la arası açıldı ve aralarında savaş çıktı. Bu savaşta Gazi Ahmed Bey yenildi ve 1106'da öldü.
        Bu Türkmen hanedanının kuvvet merkezi aslında, Kuzey Anadolu'da Tokat, Amasya ve Sivas çevresinde idi.. Ancak Danişmend'in asıl adının Taylu olduğu ve hocalık yaptığı biliniyor. Buna göre Emîr Danişmend 1080 yılında Sivas'a gelmiş ve hiçbir mukavemetle karşılaşmadan burada yerleşmişti.
        Daha sonra Yeşilırmak havzasında fetihlerde bulundu, Niksar'ı muhasara ve zabtetti (1097'den önce). Emîr Danişmend Anadolu'daki emîrler arasında mücadelelerden yararlanarak devletinin hudutlarını genişletmiş, Haçlı Seferleri'nin başlaması ile batıdan gelen bu yeni düşmana karşı çetin mücadelelere katılmıştır. Türkiye Selçuklu sultanı I. Kılıç Arslan, İznik önünde doğuya çekildikten sonra, Haçlılara karşı Emîr Danişmend ve Kapadokya Emîri Hasan ile birleştiler. Bu müttefik Türk ordusu 1 Temmuz 1097'de Darylaeum (Eskişehir) civarında Haçlılara karşı savaşa tutuştu, fakat Türkler ağır kayıplar vererek çekilmek zorunda kaldılar.
        Haçlıların ulaşamadıkları yerlerde Danişmendliler faaliyetlerini sürdürdüler ve 1098 yılında Bayburt'u aldılar. 1101yılında muhtelif batılı prenslerin idaresindeki üç büyük Haçlı ordusu peşpeşe Anadolu'ya girdi. Emîr Danişmend, Haçlılara karşı I. Kılıç Arslan ile birleşerek onları perişan etti. Danişmend Gazî bu zaferlerden sonra derhal Malatya'nın üzerine yürüyerek orayı zabtetti (1103). Danişmend Gazî 1106 yılında öldü.
        Yerine oğullarından Emîr Gazî geçti. I. Kılıç Arslan ise Danişmend'in ölümünden yararlanarak Malatya'yı ele geçirmişti (1105). Ancak Türkiye Selçuklularının bu üstün durumu I. Kılıç Arslan'ın ölümüne kadar sürdü (1107). Emîr Gazî Selçuklu şehzâdelerinin taht kavgalarına karışmış ve bu şehzâdelerden damadı olan Mes'ûd'u destekleyerek, onun Konya'da sultan olmasını sağlamıştır (1116). Daha sonra 1127'de Kayseri ve Ankara'yı zabtetti. Böylece Emîr Gazî, Sultan Mes'ûd'un arazisi dışında, Fırat'dan Sakarya kaynaklarına kadar uzanan Orta ve Kuzey Anadolu'ya hâkim oluyor ve Danişmendliler Anadolu'daki devletlerin en kudretlisi haline geliyordu.
        Emîr Gazî daha sonra Çukurova'ya girerek Ermeni Leon'u itaate mecbur ediyordu (1131. Bizanslılar, Haçlılar ve Ermenilere karşı zaferleriyle Türk-İslâm dünyasında haklı bir şöhret ve hürmet kazandı. Bu sebeple Bağdad Halîfesi el-Müsterşid ve Büyük Selçuklu sultanı Sencer onun "melik" unvanını tasdîk etmişlerdi. Yerine geçen oğlu Melik Muhammed de Haçlılar ve Ermeniler ile savaştı. Melik Muhammed'in ölümü ile (1142), Danişmend Devleti'nin temelleri taht mücadeleleriyle sarsılırken, Anadolu'da üstünlük yavaş yavaş Selçuklulara geçiyordu. Muhammed'in oğulları ile kardeşleri arasında taht mücadeleleri başladı. Kardeşi Yağı-basan Sivas'da kendisine hükümdar ilân ederken, öteki kardeşi Ayn ed-Devle, Elbistan ve Malatya'da aynı yolu takip etmişti. oğlu Zû'n-Nûn ise Kayseri'yi aldı. Böylece bir müddet için Danişmendlilerde birbirine rakip üç şube meydana çıktı.
        Danişmendlilerin üçe bölünmesi Türkiye Selçuklu sultanları için bulunmaz bir fırsattı. Bu durumdan yararlananların başında II. Kılıç Arslan geliyordu. O, muhtelif zamanlarda Sivas şubesinin işine karıştı. Nihayet 1169'da Kayseri ve Zamantı'yı zabtetti. Zû'n-Nûn, Suriye'de Atabeg Nûr ed-Dîn Mahmûd'un yardımı ile tekrar Anadolu'ya döndü ve Sivas şehri ile Danişmendli ülkesinde hüküm sürmeğe başladı. Ancak Nûr ed-Dîn Mahmûd'un ölümü II. Kılıç Arslan iyi bir fırsattı. Zû'n-Nûn'u ortadan kaldırmak için önünde artık hiçbir engel kalmamıştı. Derhal harekete geçerek Danişmendlilere ait Sivas, Tokat, Niksar ve Amasya gibi şehirleri zabtetti (1175). Zû'n-Nûn ise Bizans imparatoruna sığındı. Malatya'da ise 1162'de ölen Zülkarneyn'in üç oğlu arasında anlaşmazlık mevcuttu. Bunlardan Nâsır ed-Dîn Muhammed, bir süre II. Kılıç Arslan'ın vassalı olarak hüküm sürdü.
        Daha sonra, II. Kılıç Arslan 1178'de Malatya'ya giderek, Danişmendlilerin burada hüküm süren koluna da son verdi ve böylece Anadolu'nun birliğini sağlamış oldu. Bundan sonra Danişmendli ailesine mensup emîrlerin bir kısmı Selçukluların hizmetine girdiler. Danişmendlilerin XII. yüzyılda yaptıkları câmiler orijinal şekilleri ile zamanımıza kadar gelmemiştir. Onlara ait oldukları tespit edilen birkaç câmi, medrese ve kümbet vardır. Câmilerden; Niksar Ulu Câmii, Kayseri Ulu Câmii, Kayseri Kölük Câmii ve Sivas Ulu Câmii değişiklikler ve ilavelerle zamanımıza kadar gelmiştir. Danişmendlilerden Yağı-basan biri 1151-2'de Tokat'da, öteki 1157-8'de Niksar'da olmak üzere iki medrese yaptırmıştır. Danişmenlilerden zamanımıza altı kümbet (türbe) kalmıştır. Bunlardan hanedanın kurucusu Emîr Danişmend'e nisbet edilen türbe Niksar'dadır ve ötedenberi bir ziyaretgâh kabul edilmektedir.
Saltuklular
        Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu'da ilk kurulan Türk beyliğidir. Başşehri Erzurum olan beyliğin kurucusu, Malazgirt Zaferinin kazanılmasında önemli rol oynayan Emir Saltuk'tur. Sultan Alparslan, Malazgirt Zaferinden sonra, Bizans İmparatoru Dördüncü Romanos Diogenes'in ölümü ile anlaşma şartlarının yerine getirilmemesi üzerine, emrindeki kumandanlara Anadolu'da fetihlere devâm edilmesini emretmişti. Buna dayanarak Emir Saltuk, Erzurum ve civârını fethederek, Saltuklular Beyliğini kurdu. Önceleri Büyük Selçuklu Devletine tâbi olan beyliğin, Emir Saltuk zamânındaki siyâsî târihi hakkında kaynaklarda fazla bir bilgi bulunmamaktadır.
        Ebü'l-Kâsım Saltuk'un ölümünden sonra yerine oğlu Ali geçti. Büyük Selçuklu Sultânı Berkyaruk ile kardeşi Muhammed Tapar arasındaki saltanat mücâdelesi sonunda varılan anlaşma netîcesinde, Saltuklu toprakları, Melik Muhammed'in hâkimiyet bölgesi içinde kaldı. 1121 Senesinde Artuklu Emîri İlgâzi'nin Gürcülere karşı çıktığı sefere Saltukoğlu Ali Bey de katıldı. Fakat bu seferde Gürcüler gâlip geldi.
        Emîr Ali'nin ölümünden sonra Saltukluların başına, hakkında kaynaklarda fazla bir bilgi bulunmayan kardeşi Ziyâüddîn Gâzî geçti. Binâ kitâbelerinden anlaşıldığına göre, Erzurum'daki Kale Câmii ve Tepsi Minâreyi yaptıran bu beydir. Ziyâüddîn Gâzi, 1126 senesinde Gürcülere karşı tertiplenen sefere katıldı. 1131 senesinde İspir ve Pasinleri geçerek Oltu'ya kadar gelen Gürcüleri büyük bir bozguna uğrattı. Artuklu Timurtaş Bey, Ziyâüddîn Gâzinin kızıyla evlenince, iki hânedân arasında akrabâlık bağı kuruldu.
        Emîr Gâzî'nin 1132 senesinde ölümünden sonra beyliğin başına yeğeni İkinci İzzeddîn Saltuk geçti. Kaynaklarda, İzzeddîn Saltuk'a âit bilgiler bir evlilik sebebiyledir. Ani Emîri Fahreddîn Seddâd, İzzeddîn Saltuk Beyin kızlarından birine tâlib oldu. Fakat bu isteği reddedildi. Buna içerleyen Ani Emîri, 1154 senesinde, Gürcülere karşı koruyamayacağını söyleyerek şehri satın alması için, İzzeddîn Saltuk'a haber gönderdi. Bu dikkatlice hazırlanmış bir intikam plânıydı. İzzeddîn, şehri teslim almak için Ani'ye geldiğinde, Fahreddîn Şeddâd bir günlük mesâfede bulunan Gürcü Kralı Dimitri'yi şehre dâvet etti. Gürcü Kralı, âni bir baskınla Saltuk'u mağlup ederek, onu ve mâiyetinden birçok kimseyi esir aldı. Daha sonra dâmâdı Ahlatşâh İkinci Sökmen ve Artuklu beylerinin teşebbüsleriyle yüz bin dînâr karşılığında İzzeddîn Saltuk serbest bırakıldı. İzzeddîn Saltuk Bey, 1168 senesi Nisan ayında vefât etti. Hıristiyan tebeasına da iyi muâmele ederdi. Bu yüzden onların da sevgi ve saygısını kazanmıştı. Devrinde Saltuklu Beyliği toprakları, Tercan'dan başlayıp, Tâhir Gediğine kadar uzanırdı. Erzurum, Bayburt, Avnik, Micingerd, İspir, Oltu gibi şehir ve kasabaları içine alırdı.
        İzzeddîn Saltuk'un ölümünden sonra yerine oğlu Nâsırüddîn Muhammed Bey geçti. 1189 senesinde basılan bir sikkeden onun, Irak Selçuklu Sultânı Üçüncü Tuğrul ve asıl iktidârı elinde tutan Atabeg Kızıl Arslan'a tâbi olduğu anlaşılıyor. Nâsırüddîn Muhammed zamânında Gürcüler, Erzurum önüne kadar geldiler. KraliçeTamara'nın kocası David'in kumandası altındaki Gürcü kuvvetleriyle Saltuklular arasında iki gün devâm eden şiddetli çarpışmalar oldu. Saltuklu kuvvetleri şehre kapandılar. Gürcü kuvvetleri, muhâsaraya girmeden aldıkları ganîmetlerle yetinerek, geri döndüler. Nâsırüddîn Muhammed'in ölümünden sonra beyliğin başına kız kardeşi Mama Hâtun geçti.
        Kaynaklar, 1191 senesinde Erzurum'a Mama Hâtun'un hâkim olduğunu yazmaktadır. Selâhaddîn Eyyûbî'nin yeğeni Meyyâfârikîn Hâkimi Takiyyeddîn Ömer, Ahlat ülkesini ele geçirdiği ve Malazgirt Kalesini muhâsara ettiği sırada Mama Hâtun askerleriyle ona yardım etti.
        Ancak çok geçmeden kendisine karşı olan emirler tarafından tahttan indirilen Mama Hâtun'un yerine Muhammed'in oğlu Melikşâh geçti. Bunun zamânında, Anadolu'daki diğer beylikler gibi Saltuklular da Türkiye Selçuklu Devletinin tehdidine mâruz kaldı. Türkiye Selçukluları Sultânı Rükneddîn İkinci Süleymân Şâh, 1202 senesinde Gürcistan Seferine çıktı ve bağlı hükümdâr ve beylere haber gönderip, kendisine katılmalarını istedi. Süleymân Şâh, 25 Mayıs 1202'de Erzurum önlerine geldi. Kendisini karşılamaya gelen Saltuklu beyi Melikşâh'ı yakalatıp hapsettirdi. Böylece Saltuklu Devleti sona ermiş oldu. Süleymân Şâh bölgenin idâresini kardeşi Mugiseddîn Tuğrul Şâha verdi. Melikşâh'ın topraklarının elinden alınışına, Süleymân Şâhı karşılamada ağır davranması sebep gösterilmektedir.
        Saltuklular zamânında Erzurum, diğer Anadolu şehirleri gibi iktisâdî ve ticârî açıdan oldukça önemli bir şehirdi. Akdeniz limanlarından ve Suriye'den yola çıkıp, Konya, Kayseri, Sivas ve Erzincan yoluyla Âzerbaycan'a, İran'a giden ve Türkistan'dan Erzurum'a gelip aynı yoldan Akdeniz ve Trabzon limanlarına ulaşan büyük bir ticâret yolunun üzerinde bulunuyordu. Bu bakımdan Erzurum'da ekonomik hayat oldukça canlıydı. Bunun yanında geniş otlaklara sâhip olması yüzünden bölgede hayvancılık çok gelişmişti.
        Saltuklu beyleri, kültür ve sanata çok önem vermişler ve sâhip oldukları yerlerde çeşitli mîmârî eserler yaptırmışlardır. Melik Gâzi; Kale Câmii ve Tepsi Minâreyi inşâ ettirmiştir. Erzurum'da 1179'da inşâ edilen Ulu Câmiyi Nâsıreddîn Muhammed yaptırmıştır. Üç kümbetler ismiyle bilinen türbelerden biri İzzeddîn Saltuk'a âittir. Bu türbenin yanında bir de zâviye vardır. Tercan'da Mama Hâtun tarafından bir kervansaray ve türbe yaptırılmıştır. 1232 senesinde Ebû Mensûr tarafından inşâ ettirilen Micingerd Kalesi, Saltuklulara âit önemli eserlerdendir. Bunlar zamânımıza kadar ulaşmıştır.
Saltuklu Beyleri'nin Tahta Geçiş Tarihleri
Saltuk Bey / 1072
Ali bin Ebü'l-Kâsım / 1102
Ziyâüddîn Gâzi (takriben) / 1124
İzzeddîn İkinci Saltuk / 1132
Nâsırüddîn Muhammed / 1168
Mama Hâtun / 1191
Melikşâh bin Muhammed / 1200
Türkiye Selçukluları Hâkimiyeti / 1202
Mengücekliler
Mengücük Gazî'nin, Malazgirt savaşına iştirak ettiği ve bu savaştan sonra Sultan Alp Arslan'ın Anadolu'yu zabtetmek için görevlendirdiği beyler arasında bulunduğu bilinmektedir. Türkmen beylerinden Mengücük, Anadolu'nun fethi sırasında Erzincan, Kemah, Divriği ve Karahisar'ı zaptetmişti. Kendisi bu çarpışmalarda şehit düştü. Oğlu İshak, 1118'de bu bölgede, babasının adını taşıyan beyliği kurdu.
        İshak Bey, beyliğini korumak için Selçuklularla, Artuklu ve Danişmendli beylikleriyle mücadele etti. Fakat Artuklu Belek tarafından mağlup edildi (1120). İshak Bey 1142'de ölünce beylik ikiye ayrıldı. Oğullarından Davud, Kemah ve Erzincan'da, Süleyman ise Divriği'de kendi beyliklerini ilan ettiler.
        Erzincan Kemah kolundan Fahreddîn Behrâm-şâh (1162-1225) ülkesini iyi yönetmiş, Erzincan onun zamanında önemli bir kültür ve ticaret merkezi haline gelmişti. Bu sırada Mengücüklü Beyliği, Türkiye Selçukluları Devleti'ne tâbi olmuştu.
        Davud Bey, Selçuklu II. Kılıçarslan tarafını tuttuğu için, ona düşman olan Danışmendli Yağıbasan tarafından 1162'de öldürüldü. Yerine geçen Fahreddin Behramşah, II. Kılıçarslan'ın damadı idi. 63 yıl hüküm sürdü ve bu süre içinde Erzincan'ı bir ticaret ve kültür merkezi haline getirdi.
        Behramşah, 1125'te öldüğü zaman oğlu Davudşah, Erzincan'da öteki oğlu Mehmed, Karahisar'da oturuyor ve bu şehirleri idare ediyorlardı. Bu şehirler 1128'de I.Alaeddin Keykubat tarafından Selçuklu topraklarına katılınca, beyliğin Kemah-Erzincan Kolu ortadan kalmış oldu.
        Divriği idaresini elinde tutan İshak Bey'in oğlu Süleyman ölünce, yerine oğlu Seyfeddîn Şehinşah geçti. Şehinşah Hıristiyanlarla mücadelede başarılı oldu. Selçuklu II. Kılıçarslan'a ve Sultan Süleymanşah'a bağlı kaldı. Fakat bu ailenin son beyi Melik Salih zamanında, Sultan I. Keykubat beyliğin topraklarını sınırlarına kattı ve Mengücük Beyliği sona ermiş oldu.
Divriği kolunun beylerinden Seyfeddîn Şahinşah (öl.1197) Türkiye Selçuklularına tâbi idi. Onun türbesindeki kitabeden Alp, Kutlug, Tuğrul ve Tegin gibi Türkçe unvan ve lâkablar kullandığı anlaşılıyor.
        Mengücükler, bir çok sanat eserleri yaptırmışlar ve bunlardan özellikle Divriği'de bulunan bazıları zamanımıza kadar gelmiştir. Bu eserlerden birisi Divriği'deki Kale Câmii'dir ve 1180-1'de Şâhin-şâh b. Süleymân tarafından yaptırılmıştır.
        Yine aynı kasabadaki meşhur Ulu Câmii de Mengücüklerden Ahmed Şâh tarafından 1228-89 yılında inşâ ettirilmiştir. Bu câmiin kapıları sanat tarihi bakımından birer şaheserdir. Ulu Câmii'n minberini ve hisarın kapılarından birini de Ahmed-şâh yaptırmıştır. Mengücüklü eserlerinden birisi de, Behrâm Şâh'ın kızı Turan Melek tarafından Ulu Camii'ye bitişik olarak yaptırılan Dârüşşifâ'dır.



SLyMN

Artuklular
Kültür ve sanatıyla iz bırakmış uzun ömürlü beyliklerden biri Artuklu Beyliği'dir. Oğuzların Döver boyundan ünlü bir Türkmen Beyi olan Artuk Bey, Anadolu'nun fethi sırasında büyük hizmetler görmüştü. Fakat, Tutuş'la Süleymanşah'ın arasındaki savaşta Tutuş'tan yana olarak savaşı ona kazandırmış ve Süleymanşah'ın intiharına sebep olmuştu. Tutuş, Artuk Bey'in yardımına karşılık olarak onu Kudüs valisi yapmıştı. Ölüm yılı olan 1091'e kadar bu görevde kaldı.
        Artuk Bey ölünce Kudüs Fatımî'lerin eline geçti.Fakat Artuk Bey'in oğulları Sökmen ve İl-Gazi, Selçuklu hükümdarı tarafından kendilerine verilen bölgelerde beylikler kurdular. Artuk Bey'in oğulları tarafından kurulan bu beylikler üç kol halinde gelişti.
1. Hısn Keyfâ ve Âmid,
2. Mardin ve Meyyâfârıkîn,
3. Harput'da, üç kol halinde hüküm sürmüş bir Türkmen sülâlesidir.
        Artuk Bey, önce Sultan Alp Arslan'ın hizmetinde bulunmuş ve Malazgirt savaşına da iştirak etmişti 1071 Anadolu'nun Türklere açılmasında rol oynayan emîrler arasında Artuk Bey de bulunuyordu. Daha sonra Artuk Bey, Sultan Melikşâh tarafından kendisine iktâ edilen Huvân'a çekildi. Ahsâ ve Bahreyn Karmatîlerini itaat altına almak görevini başarıyla sonuçlandırdı. Artuk Bey'in bir süre sonra Sultan Melikşâh'a küskünlüğü, Suriye Selçuklu Meliki Tutuş'un hizmetine girmesine yol açtı. Tutuş da ona Kudüs ve havalisinin valisi yaptı (1085)
        Artuk Bey, 1091 yılında bu şehirde öldü. Ancak oğulları Sökmen ve İlgazî Kudüs'ü muhafaza edemediler. Emîru'l-cüyûş Efdal kumandasındaki bir Fâtımî ordusu kırk günlük bir kuşatmadan sonra şehri aldı (1098).
        Mu'îneddîn Sökmen, Cezîret-i İbn Ömer sahibi Çökürmüş tarafından kuşatılan Musul hâkim Mûsâ'nın yardımına koştu ve bu hizmetine karşılık 10.000 dinar ve Hısn Keyfâ kalesini aldı. Böylece Sökmen, Artukluların "Hısn Keyfâ ve Sökmeniyye" denilen ilk şubesini kurmuş oldu (1102). Eyyûbî hükümdarı Melik Kâmil önce Âmid'i sonra da Hısn Keyfâ'yı zapt ederek Artukluların Hısn Keyfâ kolunu ortadan kaldırmıştı (1231).
        Necmeddîn İlgazî, Nisan 1105'de Bağdad şahneliğinden azledildikten sonra Mardin'e gelerek bu şehre hâkim olmuş ve burada Artukluların "Mardin veya İlgaziyye" denilen şubesini kurmuştur (1108). İlgazî yavaş yavaş bu bölgedeki Selçuklu topraklarına hâkim oldu, 1117'de Haleb'i ele geçirdi. Beraberinde Bitlis ve Erzen hâkimi Togan Arslan'ın bulunduğu 20.000 kişilik ordu ile harekete geçerek Tell Afrin savaşında Antakya persi Roger'in kumandası altındaki Haçlılara karşı büyük bir zafer kazandı (1119). Bunu Tell Danis'de Kral II. Baudouin'e karşı kazanılan takip etti. Selçuklu sultanı Mahmûd ise İlgazî'ye Meyyâfârıkîn şehrini iktâ etmişti (1121). Daha sonra Mardin Artukluları bazan Eyyûbîlere bazan da Tükriye Selçuklularına tâbi olarak varlığını sürdürdü. Kara Arslan el-Muzaffer (1260-1292) ise, Moğolların hâkimiyetini kabûl ederek barış yaptı.
        O bu sayede hanedanın devamını sağladığı gibi Mardin şehrini de bir felaketten kurtarmıştı. Bu kolun son hükümdarı Melik el-Sâlih Mardin'i müdafaa edemeyeceğini anlayınca bu şehri Karakoyunluların reisi Kara Yûsuf'a teslim etti (1409). Bu suretle Artuklular Devleti sona erdi.
        Artukluların üçüncü kolu 1185 yılında Harput ve havalisinde kurulmuşsa da fazla uzun ömürlü olmamıştı.Sultan I. Alâ ed-Dîn Keykubâd 1234 yılında Harput'u zabtederek, Artukluların bu koluna son vermişti. Artuklular büyük Türkmen kitlelerine dayanan bir Türk devleti idi. Bu sebepten millî teşkilât ve ananelerini muhafaza etmişlerdi. Alp, İnanç, Kutlug gibi eski Türkçe unvanları kullanmakla da bu ananelerini koruduklarını göstermişlerdir. Artuklular devlet anlayışında eski Türk hukukuna göre devletin hanedanın ortak malı olduğu görüşün de uyguladılar. İlgazî ve Belek gibi kudretli şahsiyetlerin mevcudiyeti Artuklu Devleti'nin siyâsî birliğini sağlayabilmiş, aksi takdirde ayrı beylikler halinde hüküm sürmüşlerdir.
        Artuklu hükümdarları, gerek Müslüman ve gerekse Hıristiyan halka adâletle hizmet etmişler, idareleri altındaki ülkelerde düzen ve emniyeti sağlamışlardı. Ayrıca ticarî ve iktisadî hayatın gelişmesine büyük ölçüde yardımcı oldular. Bu maksatla bazı şehirlerdeki ticarî vergileri kaldırmışlardır. Bu iktisadî gelişme mimarî eserlerden de anlaşılmaktadır. Artuklular, bir kısmı bugüne kadar mevcudiyetlerini koruyan, birçok mimarî eserler sözgelişi; külliyeler, câmiler, medreseler, hamamlar, köprüler, sivil ve askerî yapılar yapmışlardır. Onların devrinde mimarîde görülen gelişme sebebiyle bugün güney-doğu Anadolu bölgesinde her önemli eser Artuklulara bağlanmak istenmektedir.
        Artuklu ülkesindeki Meyyâfârıkîn, Âmid ve Mardin gibi şehirler birer ilim ve kültür merkezi haline gelmişti. Bu hanedana mensup hükümdarlar ilim ve sanat adamlarını himâye etmişler, bunun neticesinde de onlar adına bazı eserler yazılmıştır.
Dilmaçoğulları
Doğu Anadolu'da kurulmuş olan Türk beyliklerinden birisi de Bitlis ve Erzen'de hüküm sürmüş olan Dilmaçoğullarıdır. Bu beyliğin kurucusu Dilmaçoğlu Mehmed (Muhammed) Bey, Sultan Alp Arslan devrinde Bekçioğlu Afşın, Ahmed-şâh gibi Türkmen emîrleri ile Bizans idaresindeki Anadolu'ya akınlarda bulunuyordu.

        Dilmaçoğlu Mehmed Bey Malazgirt savaşına da iştirak etmişti (1071). Daha sonra onu Haleb çevresindeki fetihlere katıldığını görüyoruz. 1085 yılında Diyarbekir alındıktan sonra Bitlis ve Ahlat da Selçuklu kuvvetleri tarafından zapt edilmişti. Bitlis ve havalisi Mehmed Bey'in idaresine bırakılarak ona iktâ (kullanımı verildi) edildi. Bu suretle Dilmaçoğulları Beyliği kurulmuş oldu. Önce Kılıç Arslan'a, onun ölümünden sonra da Ermenşahlar'a (Ahlatşahlar) bağlandı. Togan Arslan daha sonra Artuklulardan İlgazî'ye tâbi olmuş ve bu hükümdarla beraber Haçlılara ve Gürcülere karşı savaşmıştı.

        Hüsâmeddîn Kurt zamanında (1137-1143), Irak Selçuklu sultanı Mes'ûd, kardeşi Selçuk-şâh'a Ahlat, Malazgird ve Erzen bölgesini iktâ etmişti. 1138 Selçuk-şâh bu bölgeyi tahrip ettiği gibi, halkına da kötü davranmıştı. 1192 yılında Ermenşâhlardan Begtimur Bitlis'i zapt etti. Bundan sonra Dilmaçoğulları Beyliği Erzen ve havalisinde XIV. yüzyılına sonların kadar hüküm sürmüş, muhtemelen Akkoyunlular devrinde tarihe karışmıştır.

İnaloğulları
Büyük Selçuklu tahtının varisleri Tutuş ile Berkyaruk arasındaki mücadele sırasında Diyarbekir bölgesi muhtelif emîrler arasında paylaşılmıştı. Bu sırada Sadr adında bir Türk emîri de Âmid (Diyarberik)'e hâkim oldu. Bu hakimiyet Sadr'ın yerine gelen kardeşi ve bu sülâlenin kurucusu olarak kabûl edilen Türkmen emîrlerinden İnal ile (1098) devam etti. Emîr İnal da çok yaşamamış ve yerini oğlu İbrâhîm almıştı. Emîr İbrâhîm, Tutuş'un ölümünden sonra ikiye ayrılan Suriye Selçukluları Devleti'nin Dımaşk koluna tâbi idi.

        1098'de Haçlıların Antakya'yı kurtarmak için harekete geçen Musul emiri Kürboğa idaresindeki Selçuklu ordusunda İnaloğulları da yer almıştı. Emîr İbrâhîm değişen şartlara göre Büyük Selçuklulara, Türkiye Selçuklularına ve Ermanşâhlara tâbi olmuştu.

        İl-Aldı zamanında (1110-1142), Emîr Zengî ve Mardin Artuklu emîri, Timurtaş ile birleşerek Âmid'i muhasara ettilerse de, şehrin kuvvetli surları karşısında çekilmek zorunda kaldılar (1134). Emîr İl-Aldı'nın ölümünden sonra İnaloğulları Beyliği'nde Vezîr Nisanoğlu Mü'eyyeddîn ve evlâtlarının önemli bir rol oynadıkları ve yönetime hâkim olduklarını görüyoruz.

        Emîr Timurtaş'ın 1151 yılında Âmid'i iki kere kuşatmasından sonra İnaloğulları ve bu emîrliği baskı altında tutan Nisanoğulları ailesi Mardin Artuklularına tâbi oldular. Hısn Keyfâ Artuklularından Nûreddîn Muhammed, Salahaddîn Eyyûbî'ye bağlanmış ve ona karşı bütün vazifelerini yerine getirmişti. Ancak Nûreddîn'in bir isteği vardı, bu da Âmid şehrine sahip olmaktı. Salahaddîn, adı geçen şehri alıp, ona vermeğe va'd etti. Salahaddîn verdiği sözü yerine getirmek için beraberinde Nûreddîn Muhammed olduğu halde Âmid üzerine yürüdü ve şehri kuşattı. Neticede 9 Mayıs 1183'de Âmid'e girerek şehri Nûreddîn Muhammed'e verdi. Böylece İnaloğulları Beyliği sona ermiş oldu.

        İnaloğulları zamanında, Âmid'i iktisadî ve kültürel bakımdan çok ilerlemiş, ayrıca şehirde mühim imâr faaliyetlerinde bulunulmuştu. Emîr İl-Aldı zamanında yanan Diyarbekir Ulu Câmii'nin tekrar yapıldığını biliyoruz. Yine bu emîrin sur üzerinde de bir kitabesi vardır. İnaloğulları zamanında Âmid'de dokuma sanayî çok gelişmişti ve bu şehirde halı, kumaş ve çadır bezleri imâl ediliyordu. 1122 yılında ise Âmid'e bağlı Zü'lkarneyn ve Ergani kaleleri civarında bakır madeni bulunmuş ve işletilmeğe başlanmıştı.
Çubukoğulları
1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra, Bizans yönetiminde oluşan otorite boşluğundan yararlanan ve Harput çevresinden Çukurova'ya kadar olan bölgede egemenlik kuran Ermeni Fhilaretos/Fileratos, bir [müddet direnirse de bölgede fazla tutunamaz. Sultan Melikşah tarafından Diyarbakır'ı (Amid) fethetmeye gönderilen Fahr al-Davla Muhammed bin Cuhayr (Fahrüd-Devle), yanında Çubuk Bey ve Artuk Bey ile birlikte Diyarbakır'ı kuşatır. Kuşatmanın uzun sürmesi üzerine; Fahrüd Devle, Çubuk Bey'i Harput ve civarını fet-petmeye gönderir-". 1087 yılında Çubuk Bey, 300 atlı süvari ile Filera-los'un elinde bulunan Harput'u alır. Selçuklu geleneklerine göre bir bey, bir yeri fethettiğinde, merkeze bağlı olmak koşulu ile kendi beyliğini kurabilirdi. Çubuk bey, bu gelenek gereği Harput ve civarında, Çubukoğuları adıyla anılan kendi beyliğini kurar. Çubuk Bey'in Harput'taki egemenliğinin ne kadar sürdüğü tam olarak bilinmezse de; oğlu Mehmet bey'in, 1106-1113 yılında Harput Hükümdarı olduğu bilinmektedir. 26 yıl süren Çubukoğulları Dönemi'nden' günümüze ulaşan yapısal kalıntının olmaması; bu dönemde yeni yapılaşma olmadığını, mevcut iç kale ve içindeki yapıların kullanıldığını gösterir. İbadet ihtiyacı için, yine kale içinde uygun bir yapının kullanıldığını ya da küçük bir mescid inşa edildiğini düşünebiliriz.

        Beyliğe adını veren Emir Çubuk, Anadolu'nun fethinde ve özellikle Amid'in (Diyarbakır) ele geçirilmesinde önemli rol oynamıştır. Bir ara Selçuklular adına Amid askerî valiliğine de getirilen Emir Çubuk, Harput merkez olmak üzere Palu, Arapkir ve Çemişkezek'te kendi hükûmetini kurmuştur. Oğlu Mehmed Bey zamanında Artuklu Belek Gazi, Harput'u ele geçirerek beyliğe son vermiştir (1113).

İnançoğulları
İnançoğulları, Germiyanoğulları hânedânındandır. Fakat İnanç Bey'le babasının hangi Germiyan beyinin oğlu veya kardeşi olduğunu şimdilik bilmiyoruz. Bunlar o zaman "Lâdik" denen Denizli başkent olmak üzere Denizli bölgesinde hüküm sürmüşlerdir. Topraklan 8.000 km2'yi geçmemiştir. 1276'dan 1368'e kadar 92 yıl devam etmişlerdir.

        Önce Selçuklu valisi, sonra 1335'e kadar İlhanlılar'a tabî olan Germiyanoğulları'na tabî olmuşlardır. "Denizli Beyleri" de denen İnançoğulları'nın ilki Ali Bey, Türkiye Hâkanlığı'nın Denizli valisi idi. Oğlu İnanç Bey ve diğer oğlu Toğan Paşa, onu makamında istihlâf etmişlerdir. Toğan Paşa'dan sonra oğlu Arslan Bey ve bunun oğlu İshak Bey, tahta çıkmışlardır.

        Moğol istilâsı önünden Anadolu'ya kaçan ve yerleşen Türkmenler arasında en kuvvetlilerini Denizli (Lâdik), Honas ve Dalaman bölgesinde bulunanlar teşkil etmekteydi. Başlarında uc gazisi sıfatlarını taşıyan Mehmed Bey, kardeşi İlyas, damadı Ali Bey gibi beyler vardı. Mehmed 1261'de Sultan II. İzzeddîn Keykâvus'a karşı ayaklanmış ve ertesi yıl İlhanlı Sultanı Hûlâgû'ya (1256-1265) bağlı olarak Denizli beyliğini kurmuşlardı (1262). Daha sonra Mehmed Bey İlhanlılar tarafından mağlûp edilerek yakalandı ve öldürüldü. Ona ihanet eden Ali Bey Türkmenlerin başına geçti ve bir süre Selçuklulara tâbi olarak kaldı. Daha sonra Selçuklu Devleti'ne sadakatsizlik gösterdi ve bu da beyliği kaybetmesine sebep oldu.

        Bundan sonra, Denizli bölgesinin bir süre için Sahip-Ataoğullarının eline geçtiği anlaşılıyor. Bu bakımdan İnanç Bey'in hangi tarihte beyliğin başına geçtiği kesinlikle bilinemiyor. 1314 yılında İlhanlı Beylerbeyi Emîr Çoban Anadolu'ya geldiği zaman ona itaat edenler arasında İnanç Bey de bulunuyordu. Beyliğin sonuncu emîri İshak ise ilmi ve bilginleri koruyan bir şahıstı. Lâdik (Denizli) beyliği, Denizli şehrinin Germiyanoğullarının eline geçmesi ile son bulmuştur (1368).
Tanrıvermişoğulları
Çaka Bey'in İzmir'de hâkimiyetini kurduğu yıllarda Tanrı-bermiş adlı bir Türk komutanı da ele geçirdiği Efes'te beyliğini kurmuştu. Bizans'ın sahil bölgelerine yolladığı donanma Efes'i ele geçirince bu beylik de ortadan kalkmıştır ( 1097).

SLyMN

2. Türkiye Selçuklu Devleti
Türkiye Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu
Alp Arslan'ın ölümünden sonra Anadolu'ya giren akıncı komutanlardan Kutalmışoğlu Süleyman ve kardeşi Mansur, Konya'dan İznik'e kadar olan bölgeyi ele geçirdi. 1075'te Bizans İmparatorluğu'nun önemli kentlerinden biri olan İznik'i aldı ve kendine merkez yaptı. Bu önemli fetihlerden sonra 1077'de Abbasi halifesinin onaylaması ile Anadolu Selçuklu Devleti kurulmuş oldu.
Süleyman Şah: Bağımsızlığını ilan eden ve melik ünvanını alan Süleyman Şah, Orta Anadolu'da yaptığı fetihleri genişleterek Suriye'ye yöneldi. 1084'te Antakya'yı aldı. Antakya'nın alınması Süleyman Şah'ın İslam dünyasındaki prestijini daha da arttırdı. Süleyman Şah'ın Suriye'ye doğru ilerlemesi Suriye Melik'i Tutuş'un keyfini kaçırdı (Suriye Selçuklu Meliki Tutuş, Alp Arslan'ın Melikşah'tan sonraki ikinci oğludur). Bu iki büyük Selçuklu soylusunun ordusu 1086'da Halep yakınlarında karşı karşıya geldi.
Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın Kökeni
Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan'ın uzaktan akrabasıdır. Şöyle ki, Süleyman Şah, Selçuk Bey'in oğlu Arslan Bey'in oğlu Kutalmış'ın oğludur. Alp Arslan ise, Selçuk Bey'in diğer oğlu olan Mikail'in oğlu Çağrı'nın oğlu'dur. Yani hem Süleyman Şah hem de Alp Arslan Selçuk Bey'in dördüncü kuşak torunlarıdır. Selçuklularda, ülke ve devlet tüm hanedanın ortak malı olduğu için, Alp Arslan'ın uzaktan kuzeni olan Süleyman Şah, ülke yönetiminde söz sahibi bir komutan olmuş ve Anadolu'nun fethinde görev almıştır.
Süleyman Şah'ın ordusu kısa süre içinde dağıldı. Süleyman Şah, sonuna kadar savaştı ve yenileceğini anlayınca canına kıydı. Alp Arslan oğlu Tutuş'un Kutalmışoğlu Süleyman'ın ölüsü başında "bütün soyumuza acı çektirdik" diye ağladığı, yas ilan ettiği, Süleyman Şah'ın ölüsünü kaldırıp namazını kaldırdığına dair rivayetler vardır.
Süleyman Şah'ın ölümünden sonra Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Anadolu Selçuklu Devleti'ni doğrudan kendine bağladı ve Süleyman Şah'ın oğullarını başkent Isfahan'a götürdü ve onları orada yaşmaya mecbur etti. 1092 yılında Melikşah'ın ölümü ile Süleyman Şah'ın büyük oğlu I. Kılıç Arslan Isfahan'dan İznik'e kaçtı ve Anadolu Selçuklu tahtına oturdu.
I. Kılıç Arslan Anadolu'daki egemenliğini genişletmek için mücadele etti. İzmir yöresine egemen olan Çaka Bey'i öldürüp kızıyla evlendi ve Ege bölgesine egemen oldu. Bizans saldırılarını önledikten sonra Orta Anadolu'ya yöneldi ve Danişmentlilerin elindeki Malatya'yı kuşattı. Ancak, kuşatma devam ederken Haçlı ordularının Anadolu'ya girdikleri haberini aldı. Bunun üzerine hızla İznik'e döndü. Haçlıların 1096'da İznik'i, 1097'de Eskişehir'i almaları üzerine iç kesimlere çekildi. Başkenti Konya'ya taşıdı ve Haçlılara karşı çete savaşları vermeye başladı. Çete savaşları vermesinin nedeni Haçlılara karşı koyabilecek büyüklükte ordusu olmamasıdır. I. Kılıç Arslan vur-kaç taktiklerini başarı ile uyguladığı bu çete savaşları ile Haçlı ordularını iyice yıprattı. Daha sonra, Danişmenlilerle ittifak kurarak bir Haçlı ordusunu yendi. Haçlı tehlikesi geçtikten sonra yeniden sefere çıkan I. Kılıç Arslan, doğuya sefer çıktı. Önce Danişmentlilerden Malatya'yı aldı, sonra Suriye'ye yöneldi ve Musul'u ele geçirdi. Bunun üzerine Büyük Selçuklu Sultanı Mehmet Tapar, I. Kılıç Arslan'ın üzerine bir ordu gönderdi. Habur Irmağı kıyılarında yapılan savaşı I. Kılıç Arslan kaybetti ve atı ile Habur Irmağını geçerken sulara kapıldı ve boğuldu (1107).

I. Mesud: I. Kılıç Arslan'ın ölümü ile kısa süreli bir taht kavgası yaşandı. 1110 yılında, büyük oğlu Melikşah, 1116'da ise küçük oğlu Danişmentlilerin yardımı ile I. Mesud Anadolu Selçuklu tahtına çıktı. I. Mesut Bizanslılara karşı başarılı savaşlar yaptı. Anadolu'da Danişmentlilerin üstünlüğüne son verdi. 1147'de II. Haçlı ordusunu Ceyhan Irmağı kıyısında bozguna uğrattı. 1155 yılında başkent Konya'da öldü. I. Mesud zamanında Anadolu'da önemli eserler yapıldı.

II. Kılıç Arslan: I. Mesud'un ölümünden sonra oğlu II. Kılıç Arslan tahta çıktı. II. Kılıç Arslan hükümdarlığının ilk yıllarında kardeşleri ile taht kavgası yapmak zorunda kaldı. Onları yendi ve ülkede güvenliği sağladı. Bizans ile anlaşarak batı sınırını güvence altına aldı. Daha sonra doğuya yönelerek Danişmentliler beyliğini tamamen ortadan kaldırdı. 1157 yılında Büyük Selçuklu Devleti'nin yıkılması üzerine "Büyük Sultan" ünvanını kullanmaya başladı. Bizanslılar Anadolu Selçuklularının giderek güçlenmesi ve Türkmen akınlarının artması üzerine anlaşmayı bozdu. Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos büyük bir ordu ile Anadolu Selçuklularının üzerine yürüdü. 1176 yılında Denizli yakınlarında yapılan Miryokefalon Savaşı'nda Bizanslılar yenildi. I. Manuel Komnenos esir düştü. II. Kılıç Arslan, savaş tazminatı ödemek ve Selçuklulara biraz toprak vermek koşulu ile imparatoru serbest bıraktı.
Bu yenilgi ile, Bizanslılar Türkleri artık Anadolu'dan atamayacaklarını anladılar. II. Kılıç Arslan, Miryokefalon zaferinden sonra Anadolu'da fetihlere devam etti. II. Kılıç Arslan Anadolu Selçuklu Devleti'ni güçlü ve büyük bir devlet haline getirmişti ama kendisi daha ölmeden oğulları taht kavgalarına başladılar. Tam da o sırada III. Haçlı orduları Anadolu'ya girmişti. Haçlılar, II. Kılıç Arslan ile anlaşma yaparak Anadolu'yu pas geçtiler. II. Kılıç Arslan 1192'de öldü.


Haçlı Seferleri ve Sebepleri
Hıristiyanlık dininin peygamberi olan Hz. İsa Kudüs'te yaşamıştır. Bu yüzden Kudüs ve çevresi Hıristiyanlık için kutsal topraklardır. Kudüs, aynı zamanda Müslümanlar ve Yahudiler için de kutsaldır. Ancak, bu topraklar,  636 yılında Halife Hz. Ömer döneminde, ünlü komutan Halid bin Velid tarafından İslam devleti topraklarına katıldı. Avrupalı Hıristiyanlar, Müslümanların elinde bulunan bu kutsal yerleri almak için bir takım askeri seferler düzenlediler. Bu seferlere katılanlar elbiselerinin ve kalkanlarının üzerinde bir haç işareti taşıdıkları için bu seferlere "Haçlı Seferleri" denmiştir.
Şimdi Haçlı Seferlerinin nedenlerini sırasıyla inceleyelim.
Siyasal Nedenler
Müslüman Araplar, Dört Halife ve Emeviler döneminde Suriye, Filistin ve İspanya'yı ele geçirmişlerdi. Aynı zamanda, son derslerimizde gördüğümüz gibi, Selçuklu Türkleri Anadolu'nun büyük bölümünü Hıristiyanlık Bizans'ın elinden alarak devlet kurmuşlardı. Bu durum Avrupalı Hıristiyanların sinirini bozuyordu.
Ekonomik Nedenler
Avrupalılar çok eskiden beri doğudan gelen ipek, porselen ve baharat gibi mallara çok ilgi göstermişlerdir. Ancak, o zaman dünyanın en büyük ticaret yolları sayılan "İpek" ve "Baharat" yollarının denetimi Müslümanların denetiminde bulunuyordu. Bazı Avrupalılar, bu Müslüman ülkelerine giderek zengin olmak istiyorlardı.
Dinsel Nedenler   
Hıristiyanlar için Kudüs'e haç ziyareti yapmak kutsal bir görevdi. Ancak, haç merkezinin Müslümanların elinde olması Hıristiyanların hoşuna gitmiyordu. Haç görevini rahat yerine getiremediklerini düşünüyorlardı. Avrupa'nın önde gelen Hıristiyanlık tarikatları önce devlet ve derebeyler arasında barışı sağladılar sonra onları, Müslümanlarla savaşmaya çağırdılar. "Bu savaşı Hz. İsa ve Tanrı istiyor; Müslümanlarla savaşmak en kutsal görevdir; bu savaşa katılanlar cennete gidecekler" diye propaganda yaptılar. Ayrıca, Hıristiyanlık Bizans'ın Türk akınlarından kurtulmak için diğer Hıristiyanlık ülkelerden iki de bir yardım istemesi macera peşinde koşan Avrupalı prensleri ve şövalyeleri savaşa katılmaya yönlendiriyordu.
Haçlı Seferleri toplam sekiz tanedir. İlki 1096'da başlamış, en sonuncusu ise 1270 yılında yapılmıştır. Bunlardan, şimdilik ilk dördü bizi ilgilendirdiği için aşağıda onlardan söz edeceğiz.
Birinci Haçlı Seferi (1096-1099)
Haçlı kuvvetleri Papa II. Urbanus'un tâlimatı uyarınca Ağustos 1096'da harekete geçtiler. Sefere Batı Avrupa krallarının hiçbiri katılmadı. Fransalı (Frank) şövalyelerinin ağırlıkta olduğu haçlı ordusu dört ayrı koldan yola çıktı. Yaklaşık 4 bin atlı ve 25 bin piyadeden oluşan Haçlı kuvvetleri bir yıl içinde İstanbul'a (Konstantinopolis'e) vardı. Bizans desteğini de alan haçlılar 1097'de İznik'i Anadolu Selçuklularının elinden aldılar ve Bizans'a bıraktılar. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan'ın direnişi yüzünden Anadolu'yu büyük zorluklar ve kayıplarla geçen Haçlılar, sekiz aylık kuşatma sonunda Haziran 1098'de Antakya'yı aldılar. Burada ortaya çıkan veba salgını yüzünden aralarında papalık temsilcisi de olmak üzere yüzlerce Haçlı askeri öldü. 7 Haziran'da Kudüs'e ulaşdılar. Bir aylık bir kuşatma sonunda kenti Fatımîlerden alıp Müslüman ve Yahudi halkı kılıçtan geçirdiler (1099). Haçlılar Kudüs'te bir krallık, Urfa ve Antakya'da birer kontluk kurdular. Böylece Haçlı seferleri Hıristiyanlar açısından başarı ile sonuçlandı. Varlıklarını sürdüren bu devletlerden Urfa Kontluğunun daha sonra Musul Atabeyi Nureddin Zengi tarafından ele geçirilmesi Hıristiyan dünyasında büyük tepkilere yol açtı ve Papa 1145'de yeni bir Haçlı seferi çağrısında bulundu.
İkinci Haçlı Seferi (1147-1149)
II. Haçlı Seferi'nde Fransa kralı VII. Louis ile Alman imparatoru III. Konrad da vardı. VII. Louis'den bir ay önce yola çıkan III. Konrad, 1147'nin sonlarında Anadolu Selçuklu sultanı I. Mesud tarafından Eskişehir yakınlarında yenilgiye uğratıldı. İznik'e geri dönen Konrad burada güçlerini VII. Louis'ninkilerle birleştirerek Kudüs'e doğru tekrar ilerlediler. 1148'de Antakya'ya ve oradan da Kudüs'e ulaştılar. Burada Haçlı komutanlarının katıldığı bir toplantıda Şam'a saldırı kararı alındı ve 50 bin kişilik büyük bir ordu oluşturuldu. Ancak bu sefer başarısızlıkla sonuçlandı ve yenileceklerini anlayan Haçlılar geri çekildiler. Hıristiyan ahalinin çoğu kenti terk etmek zorunda kaldı.
II. Haçlı Seferini izleyen 25 yılboyunca Kudüs Krallığı varlığını sürdü. Mısır'daki Eyyübi Kralı Salaheddin Eyyubî Kudüs'ün düştüğü haberi Avrupa'da geniş yankılar uyandırdı. Papa VIII. Gregorius bir ferman yayınlayarak yeni bir Haçlı Seferi çağrısında bulundu. Mayıs 1189'da o zamana değin bir araya getirilen Haçlı kuvvetlerinin en büyüğünün başında yola çıktı. Bu sefere Alman İmparatoru Frederik Barbaros, Fransa Kralı II. Filip Ogüst ve İngiltere Kralı Arslan Yürekli Rişar katıldılar. Selçukluları yenilgiye uğrattıktan sonra Mayıs 1190 Konya'ya ulaştı. Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı II. Kılıç Arslan Haçlıların transit geçişine izin verdi. Ama bir ay sonra Alman İmparatoru Frederik Tarsus çayında yüzerken boğuldu ve öldü. İmparatorun ölümü Alman ordusunun dağılmasına neden oldu. Kalan Haçlı birlikleri Fransa ve İngiltere kralları önderliğinde Kudüs'e doğru ilerlemeyi sürdürdüler. Önce Kudüs'ü sonra da Şam'ı almayı tasarlıyorlardı. Ancak Selahaddin Eyyübi'yi yenemediler ve başarıla olamayarak ülkelerine geri döndüler. Haçlıların bu seferdeki en büyük kazancı Kıbrıs'ın alınması olmuştu. Ada, bundan sonraki Haçlı Seferlerinde üs olarak kullanıldı.
Dördüncü Haçlı Seferi
Papa III. Innocentius 1198'de IV. Haçlı Seferi için bir ferman yayınladı. Fransız soylusu katılmıştı. Sefere katılacak birliklerin Venedik gemileriyle taşınması kararlaştırıldı. Bunun için Venediklilere belirli bir para ödenecek ve fethedilecek topraklar Fransızlar ile Venedikliler arasında eşit olarak paylaşılacaktı. Ama Haçlıların bir bölümü doğrudan Anadolu'ya gitmeyi yeğlediğinden 1202 yazında Venedik'e gelen Haçlı birlikleri beklenenden küçüktü. Haçlılar Venediklere karşı borçlu durumuna düştü ve bu borcu kapatmak için Macaristan'ın Zara kentinin ele geçirilmesinde Venediklilere yardım etmeye karar verdiler. Kasım 1202'de Zara kenti alınarak Venediklilere verildi. Bundan sonra Venedikliler tarafından, aralarındaki ticarî rekabet yüzünden doğrudan Bizans üzerine yönlendirilen Haçlılar Nisan 1204'de Konstatinopolis'i ele geçirdiler ve yağmaladılar. Bizans İmparatorluğunu yıkıp, yerine Latin İmparatorluğu'nu kurdular. Bizans İmparatorluğu 1261 İznik'te sürdürmek zorunda kalacaktı. Müslümanlara karşı başlatılmasına karşın amacından sapan IV. Haçlı Seferi, Bizans İmparatorluğunun iyice zayıflamasına yol açtı.
Avrupalılar, 1270 yılına kadar dört tane daha Haçlı Seferi düzenledilerse de yeterince başarılı olmadılar.
Haçlı Seferlerinin Hıristiyan ve Müslüman dünyaları üzerinde büyük etkiler olmuştur. Ayrıca şunu hatırlatmakta fayda var; 1999 yılı Birinci Haçlı Seferinin 900. yıl dönümü. Yanlardaki resimler o dönemdeki haçlı askerlerini gösteriyor.
Haçlı Seferlerinin sonuçları
1- Haçlı Seferleri yüz binlerce Müslüman ve Hıristiyanlık insanın ölümüne neden oldu.
2- Hıristiyanlar başlangıçta başarı elde etseler de esas amaçalrına ulaşamadılar.
3- Avrupa'da bir çok derebeylik. Yıkıldı yerine küçük krallıklar kuruldu. Yani Avrupa'nın siyasal görüntüsü değişti.
4- Bizans İmparatorluğu Haçlı Seferlerinden büyük zarar gördü ve zayıfladı.
5- Avrupalılar Haçlı Seferlerinden ekonomik bakımdan kazançlı çıktılar. Deniz ticareti gelişti. Marsilya, Venedik ve Cenova gibi liman kentleri zenginleşti.
6- Avrupa'da gemi yapımcılığı gelişti.
7- Doğu'dan pusula, kağıt ve barut gibi şeyleri alan Avrupa'nın bilim ve tekniği gelişti.
8- Haçlı Seferleri sonundan papanın ve kilisenin prestiji azaldı.
9- Haçlı Seferleri sayesinde Müslümanlar ve Hıristiyanlar birbirlerini daha yakından tanıma olanağı buldular.


SLyMN

Haçlı Seferlerinin Türk ve Dünya Tarihi Açısından Önemli Sonuçları






Türkiye Selçuklu Devleti'nin Gelişme Dönemi
Hatırlayacağınız gibi, Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı II. Kılıç Arslan Haçlılara ve Bizanslılara karşı başarılı savaşlar vermiş bir hükümdardı. Kendisi daha ölmeden oğulları taht kavgası yapmaya başladılar. 1192'de ölünce oğulları arasındaki bu kavga iyice arttı. İşin kötüsü, II. Kılıç Arslan'ın on bir tane oğlu vardı. Bu on bir kardeş arasındaki taht savaşını kazanan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, tahta oturdu. Oturdu ama taht pek rahat değildi. Çünkü kardeşlerinden bazıları hala hayattaydı ve I. Gıyaseddin'i tahttan indirmeyi bir kere kafalarına koymuşlardı. Hatta, bir ara I. Gıyaseddin, tahtı kardeşi II. Süleyman Şah'a kaptırdı. Ama kaptırdığı gibi geri aldı ve 1204 yılında ikinci kez tahta çıktı. Bu krizi atlatan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, ülkesinde huzuru sağladı. Bu tarihten itibaren, Anadolu Selçuklu Devleti büyük bir gelişme dönemine girdi. I. Gıyaseddin büyük fetihler yaptı. Trabzon Rum İmparatorluğunu yendi. Bu zafer ile Anadolu Selçukluları, Karadeniz'e çıkan bir ticaret yoluna sahip oldular. Bundan sonra Gıyaseddin, güneye yöneldi Antalya'yı fethederek Anadolu Selçuklu topraklarına kattı.
Antalya I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Anadolu Selçuklu Devleti tarafından Bizanslılardan alınmıştır. I. Gıyaseddin burada bir donanma kurdu. Böylece Selçuklular ilk kez denizciliğe başladılar. Antalya, bu dönemde Anadolu'nun en önemli ihracat ve ithalat limanı haline geldi.
Anadolu Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev, yaşamının son yıllarında, İznik Kralına savaş açtı. Eğer hatırlarsanız, İznik Krallığı 4. Haçlı Seferi sırasında Haçlıların İstanbul'u işgal etmesi üzerine İznik'e kaçan Bizans imparatoru tarafından kurulmuştu. 1211 yılında yapılan bu savaşta I. Gıyaseddin Keyhüsrev şehit düştü.
Keyhüsrev'in ölümü üzerine yerine oğlu I. İzzeddin Keykavus geçti. Keykavus, babasının fetihlerini devam ettirdi. Onun döneminde Sinop alındı ve ticaret limanı haline getirildi. Ermenileri ve Trabzon Rum İmparatorluğunu vergiye bağladı. 1220 yılında Eyyubiler üzerine yaptığı bir sefer sırasında öldü. Yerine kardeşi I. Alaeddin Keykubad geçti.
Tarihçiler, I. Alaeddin Keykubad dönemini Anadolu Selçuklularının en parlak dönemi olarak kabul ederler. Keykubad tahta çıktığı sırada Moğollar Anadolu'yu istila etmeye başlamışlardı. O da bu tehlikeye karşı çeşitli önlemler aldı. Önemli şehirlerin kalelerini onardı. Konya, Kayseri ve Sivas gibi önemli şehirlerin etrafına yeni surlar yaptırdı. Bir yandan Moğollarla dostluk ilişkisi kurmaya çalışırken, bir yandan da onlara karşı Eyyubilerle ittifak kurdu. Bu sırada Alanya kalesini alarak kendine kışlık merkez yaptı. Keykubad, devletin sınırlarını kuzeyde de genişletti. Sinop'ta hazırladığı donanmayı Karadeniz'in kuzeyindeki Kırım'a göndererek burada bir liman elde etti. Böylece Anadolu Selçuklu Devleti'nin Anadolu dışında da bir toprağı olmuş oldu. Doğuda ise, 1230 yılında Harezmşahları 'Yassı Çimen Savaşı'nda yendi. Erzincan'ı alarak Mengücek devletine son verdi. Doğu Anadolu'da daha bir çok yeri denetim altına aldı. Ancak, hem Moğollara karşı yeni önlemler almaya çalıştığı hem de Eyyubilere karşı bir sefere hazırlandığı sırada zehirlendi ve öldü.
I. Alaeddin Keykubad döneminde Anadolu Selçuklu Devleti, ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan en parlak dönemini yaşadı. Anadolu'da siyasi birliği büyük ölçüde sağladı. Bu başarılarından ötürü halk kendisine "Uluğ Keykubad" (Büyük Sultan) adını vermişti.

Türkiye Selçuklu Devleti'nin Dağılışı ve Yıkılışı
1237'de I. Alaeddin Keykubad'ın zehirlenerek öldürülmesi üzerine 16 yaşındaki oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta geçti. Ancak babası gibi başarılı olamadı. Zamanının çoğunu sarayda geçiren II. Gıyaseddin Keyhüsrev, devlet işlerini veziri Saadettin Köpek'e devretti. Özellikle onun döneminde ortaya çıkan iki önemli olay Anadolu Selçuklu Devleti'ni dağılma ve parçalanma sürecine soktu. Bu olaylar 1240'daki Baba İshak Ayaklanması ve 1243'deki Kösedağ Savaşı'dır.       
Baba İshak Ayaklanması
1240 yılı başlarında, Baba İshak adı verilen bir derviş önderliğinde göçebe Türkmenler, Anadolu Selçuklu Devleti'ne karşı dev bir ayaklanma başlattılar. Baba İshak Konya'daki Anadolu Selçuklu sultanının ve adamlarının kafir olduğunu söylüyordu ve halkı onlara karşı isyan etmeye çağırıyordu. Ayaklanma Doğu Anadolu'da başladı ve tüm ülkeye yayıldı. İsyancı Türkmenler Amasya ve Sivas gibi önemli kentleri ele geçirdiler. Ayaklanma öylesine büyüktü ki, neredeyse bütün Türkmenler bu ayaklanmaya katılmışlardı. Hatta, bir ara Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev korkarak Konya dışında bir yere kaçtı. Ayaklanmayı bastırmak üzere gönderilen Selçuklu komutanı Amasya'ya girdi ve Baba İshak'ı yakalayıp kale burcuna astı. Ama isyanı bastıramadı. Aksine isyan daha da büyüdü. Sivas'tan gelen yeni isyancılar Amasya'ya gelip bu komutanı yakalayıp astılar. İsyancı Türkmenler durmaksızın Konya'ya ilerlediler. Ancak, İsyancılar Kırşehir'in Malya Ovası'nda yeni bir Selçuklu ordusu ile karşılaştılar. Çocuklar hariç, kadınlı erkekli bütün isyancı Türkmenler kılıçtan geçirildi ve böylelikle isyan bastırıldı. İsyan bastırıldı ama Anadolu Selçuklu Devleti'ni fena halde yıpratmış oldu.
Kösedağ Savaşı
Baba İshak ayaklanmasının Anadolu Selçuklu Devleti'ni iyice zayıflattığını gören Moğollar, "fırsat bu fırsat"deyip Anadolu'yu işgal etmeye karar verdiler. Moğol ordular Doğu Anadolu'ya girerek önce Erzurum'u işgal ettiler. Daha sonra, Selçuklu ordusu ve Moğol ordusu Sivas'ın doğusundaki Kösedağ'da karşı karşıya geldiler. II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in komutasındaki Selçuklu ordusu, sayıca fazla olmasına rağmen, yanlış savaş taktikleri yüzünden ağır bir yenilgi aldı.
          Moğollar bu zaferden sonra Erzincan, Sivas ve Kayseri gibi kentleri ele geçirdiler ve yağmaladılar. Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev Moğollarla anlaşma yaptı ve her yıl onlara vergi vermeyi kabul etti. Böylece, Anadolu Selçuklu Devleti Moğollara bağlı bir devlet haline geldi.             
Kösedağ Savaşı'ndan sonra Moğollar Anadolu'da tam bir baskı kurdular. Koydukları ağır vergiler halkı zor durumda bıraktı. Moğol baskısının yanı sıra, artan Bizans saldırıları, siyasal cinayetler, doğal afetler ve salgın hastalıklar devleti büsbütün sarstı. Anadolu Selçuklu Devleti birkaç kez iki ve üçe bölündü.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin Dağılışı ve Yıkılışı
Moğolların baskısının iyice artması üzerine, Anadolu Selçukluları birkaç başarısız ayaklanma denemesine giriştiler. Hatta, bu ayaklanmalardan birinde Memlüklü Sultanı Baybars'tan yardım istediler. Ordusu ile Anadolu'ya gelen Baybars 1277 yılında Elbistan ovasında Moğolları darmadağın etti. Ancak, Sultan Baybars'ın ülkesine geri dönmesinden sonra, Moğolların intikamı acı oldu. Çok sayda insanı acımasızca öldürdüler. Bundan sonra Anadolu tamamen Moğol egemenliğine girdi. Anadolu'yu atadıkları valilerle yönettiler. 1308 yılında, son sultan II. Mesud'un ölümünden sonra Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldı.



C. UÇLARDA YAŞAM VE BEYLİKLER
Uçlarda Yaşam
Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra Anadolu yarımadası ikinci bir beylikler dönemi yaşadı. Bu bölümde size Anadolu'nun beylikler dönemindeki siyasal durumunu anlatacağız ve bu dönemde ortaya çıkan beylikleri tek tek anlatacağız.
Anadolu Selçuklu Devleti döneminde, Moğol istilası sırasında Anadolu Türkmenlerin yeni bir göç dalgasına sahne oldu. Maveraünnehir, Horasan ve İran bölgesinden gelen ve Moğolların önünden kaçan bir çok Türkmen Anadolu'ya yığıldı. Anadolu Selçuklu sultanları, kabileler (oymaklar) halinde gelen bu Türkmenleri, "uc" adını verdikleri Bizans'ın sınır bölgelerine yerleştirdiler. Böylece, Anadolu Selçuklu sultanları hem kendi Türkmenlerin kendi topraklarına zarar vermesini önlüyordu hem de Bizans ile kendi devletleri arasında bir tampon bölge oluşturuyordu. Çok akıllıca bir taktik değil mi çocuklar... Başlangıçta her beylik birer "uc" beyliği olarak kuruldu. Ama Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılması ile birlikte birer bağımsız beylik haline geldiler.

1. Osmanoğulları
Osmanlı Beyliği 1299 yılında Osman Bey adındaki bir Türkmen beyi tarafından kuruldu. Osman Bey'in oymağı Oğuzların Kayı boyundandır ve 13. yüzyılın başında Moğol tehlikesinden kaçarak Anadolu'ya girmişlerdir. Önce Ankara yakınlarındaki Karacadağ bölgesine yerleştirilen bu oymak, daha sonra Ertuğrul Bey yönetiminde Söğüt ve Domaniç bölgelerine fethetti ve buralara yerleşti. Burada bir uc beyliği kurdular. 1281 yılında Ertuğrul'un ölümü üzerine beyliğin yönetimi oğlu Osman Bey'e geçti. Osman Bey beyliğini yeterince güçlendirdikten sonra 1299 yılında bağımsızlığını ilan etti. İşte dünyanın gelmiş geçmiş en büyük imparatorluklarından biri olan Osmanlı Devleti böyle kurulmuş oldu.

2. Karamanoğulları
On üçüncü asırda, Konya ve havâlisine hâkim olup, 1487 senesine kadar devam eden büyük Türk beyliği. Karaman aşîreti, Oğuzlar'ın Avşar boyuna mensuptur.
Türkiye Selçuklu sultanı Birinci Alâeddin Keykubad (1219-1237), Türkmen aşîretlerini Bizans ve Kilikya hudutlarına yerleştirmişti. Bu sırada, 1228 senesinde Kilikya, Ermenilerden alınınca, Ermenek taraflarına da Karaman aşîreti yerleştirildi. O zaman, Karaman aşîretinin beyi Sadeddin oğlu Nûre Sufî idi. Türkmenler üzerinde nüfuz sahibi olan Nûre Sufî, Hıristiyanlara ait yerleri zaptederek topraklarını genişletti. Ölüm tarihi bilinmeyen Nûre Sufî'den sonra oğlu Kerîmüddin Karaman, aşîret beyi oldu. Bu sıralarda Türkiye Selçukluları Devleti, Moğol-İlhanlıların kontrolüne girmişti.
Karaman Bey; Ermenek, Mut, Gülnar, Mer'a ve Silifke kalelerini muhasara etti. Ermenek'i ele geçirdi. Sahip olduğu topraklarda, serbestçe hareket ediyordu. Bundan dolayı Türkiye Selçuklu sultanı Dördüncü Kılıç Arslan, Karaman Beyin hadise çıkarmasından çekinerek ona, Lârende (Bugünkü Karaman) Kalesini iktâ olarak verdi. Aynı zamanda kardeşi Bunsuz da, Selçuklu sultanının sarayında "candar" yani muhafız olarak görevlendirildi. Fakat, uç beylerinden bazılarının cezalandırılmasından endişelenen ve bir gün sıranın kendilerine geleceğini düşünen Karaman Bey, beraberinde kardeşi Zeynül-Hac ve Bunsuz olduğu halde, 20.000 kişilik bir kuvvetle Konya üzerine yürüdü. Ancak, Gevele Kalesi önünde yapılan muharebede Selçuklu veziri Muînüddin Pervâne, Karamanlıları mağlup etti. Karaman Beyin kardeşleri Zeynül-Hac ve Bunsuz yakalanarak Konya'da idam edildi.
Karaman Beyin, 1262 senesinde vefatı üzerine, Sultan Dördüncü Kılıç Arslan, bunun oğullarını Gevele Kalesine hapsettirdi ise de, Vezir Muînüddin Pervâne'nin müdahalesi ile serbest bıraktı. Kardeşlerden en büyüğü olan Şemseddin Birinci Mehmed Bey, Ermenek tımarına sahip olarak Karaman Beyi oldu. Mehmed Bey, aşîret reisi olduktan bir süre sonra isyân eden Hatiroğlu ile birleşerek Selçuklulara karşı faaliyete geçti ve Bedreddin Hutenî komutasında üzerine gönderilen Selçuklu-İlhanlı ordusunu, Göksu Derbendinde, âni bir taarruzla bozguna uğrattı. Daha sonra Konya üzerine yürüyerek, Cimri lakabı verilen Alâeddin Siyavuş'u Selçuklu sultanı ilan etti. Mehmed Bey, yanında Alâeddin Siyavuş olduğu halde, 1277 senesi Mayıs ayının on ikisinde Konya'ya girdi ve Siyavuş'un veziri oldu. Toplanan dîvânda Türkçe'den başka dil kullanılmamasına karar verdi. Bir süre sonra Akşehir ve civarında Sâhib Atâoğulları idaresindeki bir orduyu yendi. Bu sefer dönüşü Konya'ya sokulmayan Karamanoğlu Mehmed Bey, Ermenek'e çekilmek mecburiyetinde kaldı. Bu sırada Sâhib Cüveynî komutasındaki Selçuklu-İlhanlı ordusu, Konya'ya geldi. Bu ordu ile yaptığı çarpışmada yakalanarak bazı kardeşleri ile birlikte öldürüldü (1277). Bu hâdise, bir süre için Karamanlıları sindirdi.
Mehmed Beyin yerine, kardeşi Güneri Bey geçti. Bu da, Selçuklu şehzadeleri arasındaki saltanat mücadelesinde büyük rol oynadı. Güneri Bey, 1286 senesinde Tarsus üzerine yürüdü. Aynı sene İlhanlılar, Lârende ve havâlisini tahrip ettiler. Güneri Bey, dağlara çekildi. Karamanoğulları, bu tarihten sonra Moğollarla bazen anlaştılar, bazen savaştılar. Güneri Bey, 1300 senesinde vefat edince, yerine kardeşi Mahmud Bey geçti. Mahmud Bey, 1308 senesinde, Ermenilerle savaşırken öldü. İki oğlu arasında çıkan ihtilaflar, beyliğin birliğini sarstı ve beylik, Memlûklar'ın tesir sahasına girdi. Bu sırada beyliğin başına Yahşi Bey geçti. Yahşi Bey zamanında Karamanoğulları, tekrar Konya'ya hâkim oldu. Anadolu beylerinin kendi başlarına hareket etmeleri üzerine, İlhanlı Valisi Emîr Çoban idaresindeki Moğol ordusu, Anadolu'ya girdi (1314). Emîr Çoban, Konya'yı Karamanoğullarının elinden aldı. Yahşi Beyin ölümü üzerine Karamanoğullarının başına Bedreddin Birinci İbrahim geçti. Karamanlılar, bunun zamanında da Konya'ya hâkim oldular. Bedreddin İbrahim, 1319 senesinde Tarsus Ermenileri üzerine sefer düzenleyerek bazı yerleri ele geçirdi. İlhanlıların Anadolu Valisi Timurtaş'ın 1327 senesinde Mısır'a kaçması üzerine, diğer Anadolu beyleri gibi, Karamanoğulları da serbestçe hareket etmeye başladılar.
İlhanlıların çöküşü ile Karamanlılar hudutlarını genişletmeye devam ettiler. 1328 senesinde Gevele Kalesine kadar ilerlediler. Beyşehir'e hâkim oldular. 1333 senesinde Birinci İbrahim Bey, beylikten çekilerek yerini, kardeşi Alâeddin Halil Beye bıraktı. Bu beyin vefatından sonra, yeniden Birinci İbrahim Bey, Karamanlıların başına geçti. Ölümü üzerine yerini oğullarından Fahrüddin Ahmed bey aldı. Beyliği çok kısa süren Ahmed Bey, Moğollarla savaşırken öldü (1350). Bundan sonra kardeşleri Süleyman ve Şemseddin beyler, kısa süreler ile başa geçtiler. Karamanoğulları Beyliğinde bu iki kardeşi, Burhâneddin Musa Bey takip etti. Bu bey, hastalığı yüzünden Seyfeddin Süleyman ile Karaman Beyi, Lârende'ye göndererek kendisi Mut'a çekildi. 1356 senesinde, Musa Beyin yerine Süleyman Bey geçti. Beş sene kadar saltanat süren Süleyman Bey, Sivas Emîri Eretnaoğlu Mehmed Bey tarafından bir hileyle öldürüldü (1361). Bundan sonra, Ebü'l-Feth lâkabını taşıyan Alâeddin Ali Bey, Karamanlıların başına geçti.
Alâeddin Ali Bey, başa geçer geçmez, Osmanlılar'la münasebet kurdu. Ali Bey, faal, mücadeleci ve azim sahibi bir hükümdardı. Osmanlı Sultanı Murad Hüdâvendigâr'ın kızı Nefîse Sultan ile evlenerek iki sülale arasında akrabalık tesis etti. Osmanlıların Anadolu'ya yayılmalarından ve beylikleri elde etmelerinden çekinen Alâeddin Ali Bey, Eretnaoğulları ve diğer Türk beyleri ile bir ittifak kurma gayretine düştü. Fakat Sultan Birinci Murad'ın aldığı yerinde tedbirler, bu gayretleri neticesiz bıraktı. Alâeddin Ali Bey, daha sonra Kıbrıslıların elinde bulunan Gorigos (Kız Kalesi) üzerine yürüdü ve kaleyi muhasara etti. Kendisini bu sefere teşvik eden Moğol kumandanı Yelboğa Nâsırî'nin muhasara sırasında ölümü üzerine, Karamanlılar muhasarayı kaldırarak geri çekildiler. Alâeddin Ali Bey, daha sonra komşu beyliklerin arazisinden bazı yerleri zaptetti. 1376 yılında Kayseri'yi muhasara edince, Eretnaoğlu Ali Bey Sivas'a çekildi. Fakat Eretnaoğlunun veziri Kadı Burhâneddin, Alâeddin Ali Beyi geri çekilmek zorunda bıraktı.

SLyMN

Alâeddîn Ali Bey, kayınpederi ve Osmanlı Sultanı Birinci Murad Hanın, Rumeli'de fetihlerde bulunmasından faydalanarak, Osmanlılara ait olan Beyşehir'i ele geçirdi. Bunun üzerine, Rumeli'den Anadolu'ya geçen Sultan Murad Han, yaptığı muharebede Karamanoğullarını mağlup ederek, Konya'yı muhasara etti ise de, Kızı Nefîse Hâtunun ricası ile, aldığı yerleri iade ederek barış yaptı (1386). Bu sulh, 1389 senesinde, Sultan Murad Hüdâvendigâr'ın Kosova Savaşı'nda şehid olması üzerine, Karamanlılar tarafından bozuldu. Alâeddin Bey, tekrar Osmanlı topraklarına girdi. Bu durum karşısında, Osmanlı sultanı olan Yıldırım Bayezid Han, Batı Anadolu'ya geçerek, Saruhan, Aydın ve Menteşe beyliklerini Osmanlı topraklarına ilhak ettikten sonra, Karamanoğlu Alâeddin Ali Beyi mağlup ederek, tekrar barışa mecbur etti. Daha sonraki senelerde, Timur Han'ın Doğu Anadolu'ya hâkim olmasıyla, Alâeddîn Ali Bey, ona tâbi oldu. İki düşman arasında kalan Kadı Burhâneddîn, Karamanlılara karşı harekete geçti ve 1396 senesinde Konya önlerine kadar gelerek, beylik topraklarının bir kısmını ele geçirdi. Bu hâdiseden iki sene kadar sonra Alâeddin Ali Bey, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid Hanın Rumeli Seferinde olmasından faydalanarak, tekrar Osmanlı topraklarına girdi ve Ankara'ya baskında bulundu. Bu olay üzerine Yıldırım Bayezid Han, büyük bir ordu ile Karaman seferine çıktı. Arpaçay Muharebesinde, Karaman ordusunu bozguna uğrattı. Alâeddin Ali Beyin Konya'ya sığınması üzerine, Yıldırım Bayezid Han, Konya'yı muhasara etti. On günlük bir muhasaradan sonra Konya halkı, şehri Sultan Bayezid'e teslim etti. Alâeddin Bey, yakalanarak öldürüldü. Böylece, Karaman Beyliğinin toprakları Osmanlılara geçerek, beylik sona erdi (1398). Yıldırım Bayezid, kız kardeşi Nefîse Hâtun ile iki oğlu Ali ve Mehmed Beyleri Bursa'ya gönderdi. Bu iki kardeş, Ankara Savaşı sonuna kadar burada kaldılar.
Yıldırım Bayezid'in 1402'de Ankara Savaşında, Timur'a yenilmesi üzerine, Karamanoğullarından Mehmed ve Ali Bey, Bursa'da hapisten çıkarıldı. Timur Han, Karaman Beyliğinin başına Alâeddin Beyin büyük oğlu Mehmed Beyi geçirdi. Kardeşi Ali Bey, ona tâbi olarak Niğde emîri oldu. Mehmed Bey, fetret devrinde, Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht mücadelelerinden istifade etmesini bildi. Sultan Çelebi Mehmed Hanın müttefiki Germiyanoğlu Yâkub Beyin arazisine girdi. Bursa üzerine yürüyüp şehri tahrip etti (1413). Buna karşılık olarak Çelebi Mehmed Han da, Karamanoğulları arazisine girdi ve 1414 senesinde Konya önlerinde Mehmed Beyi mağlup etti. Mehmed Bey, çok geçmeden tekrar Osmanlı topraklarına girdi. Fakat, Bayezid Paşa karşısında bozguna uğrayıp, esir düştü. Sultanın huzuruna getirilen Karamanoğlu Mehmed Bey özür dileyince, 1415 senesinde sulh yapıldı. Antlaşmaya göre, Osmanlılar, zaptettikleri Akşehir, Beyşehir ve Seydişehir'e hâkim oldular.
Ramazanoğlu Ahmed Bey, Timur Hanın Anadolu'da bulunduğu sırada, Karamanoğullarına ait Tarsus şehrini ele geçirip, Memlûk Sultanı Melik Müeyyed Şeyh adına hutbe okuttu. İki sene sonra Mısır ve Şam emîrleri arasındaki ihtilâftan istifade eden Mehmed Bey, oğlu Mustafa Bey kumandasında bir ordu ile Tarsus'u tekrar ele geçirdi. Bu durum Memlûk Sultanıyla arasının açılmasına sebep oldu. Memlûk Sultanı Müeyyed, oğlu İbrahim kumandasında bir orduyu Anadolu'ya gönderdi. Mehmed Bey, Memlûk kuvvetlerinin Niğde, Konya Ereğlisi ve Lârende'yi zaptetmesi üzerine Taşeli'ne kaçtı. Karamanoğulları toprakları Memlûk Devleti'nin himayesinde olarak, Mehmed Beyin kardeşi ve Niğde emîri Ali Beye verildi. Bu hâdiselerden sonra, Karamanoğlu Mehmed Beyin Kayseri'yi ele geçirme teşebbüsü neticesiz kaldı. 1420 senesinde yapılan muharebede, Ramazanoğlu Nâsıreddîn Mehmed Bey tarafından esir alınarak Kahire'ye gönderildi ve burada hapsedildi.
Mehmed Beyin büyük oğlu İbrahim Bey, Osmanlılara sığındı. Osmanlıların yardımı ile Konya ve Lârende'yi ele geçirdi. Amcası Ali Beyi, tekrar Niğde'ye çekilmek zorunda bıraktı. Osmanlıların, Karamanoğullarının iç işlerine müdahalesini hoş karşılamayan Memlûk Sultanı, Mehmed Beyi serbest bıraktı. Mehmed Bey, başa geçer geçmez, Osmanlılara karşı cephe aldı. Hamidoğlu Osman Bey ile anlaşarak Antalya üzerine bir sefer düzenledi. Antalya Muhafızı Hamza Bey, şehri kahramanca müdafaa etti. Muhasara sırasında Mehmed Bey, isabet eden bir top güllesiyle öldü (1423). Bu sefere katılan İbrahim Bey, babasının cenazesini alarak Lârende'ye çekildi. Kardeşi Alâeddin Ali Bey ise, Antalya'ya sığındı. Böylece, ikinci defa Karaman tahtına çıkan İbrahim Bey, Osmanlıların yardımı ile amcası Ali Beyi tekrar Niğde'ye çekilmeye mecbur etti. Fakat, daha sonra Osmanlılarla olan dostluğu bozdu. Kendisini kuvvetli hissedince beyliğin üzerindeki Memlûk nüfuzuna da son verdi. Memlûklar, İsa Beyi, kardeşi İbrahim'e karşı destekledilerse de muvaffak olamadılar. İsa Bey, Kahire'ye kaçtı. İbrahim Beyin zamanında Karamanoğulları, en parlak devirlerini yaşadılar. Osmanlılar aleyhine ittifak yapan İbrahim Bey, 1433 senesinde Macarların, Osmanlılara saldırmasını fırsat bilerek Beyşehir'i aldı. Osmanlı sultanı, Rumeli'de Macarları yendikten sonra Karamanoğlu İbrahim Bey üzerine yürüdü. Konya'ya kadar birçok şehri zaptetti. İbrahim Beyin sulh isteği, aldığı yerleri geri vermek ve bir daha antlaşmaya aykırı harekette bulunmamak şartıyla kabul edildi.
Diğer taraftan, Memlûk Sultanlığı ile Dulkadiroğulları arasındaki ihtilaftan faydalanan İbrahim Bey, Kayseri'yi ele geçirdi. Bu durum, Osmanlılarla Memlûkların arasını açtı. Kayseri'den sonra Osmanlı topraklarına giren ve Amasya Kalesini muhasara eden İbrahim Beye karşı, Sultan İkinci Murad Han, kendisinden yardım isteyen Dulkadiroğlu Süleyman Beye yardımcı kuvvet gönderdiği gibi, Tokat sancak beyine de bu kuvvetlere katılarak Kayseri'yi zaptetmelerini emretti ve şehir 1436 senesinde alındı. Bundan sonra İbrahim Beyin kardeşi olan ve Osmanlıların yanında bulunan İsa Bey, Karaman arazisine yaptığı akınlarda Akşehir'i ele geçirdi. Karamanoğlu üzerine yapılan akınların birinde, İsa Bey öldü. 1437 senesinde İbrahim Beyin, Osmanlı Devleti ile sulh yapması üzerine, Anadolu'da sükûnet hâsıl oldu.
İbrahim Bey, 1444 senesine kadar, Osmanlı Devletine karşı hiçbir harekette bulunmadı. Fakat Osmanlılar Sofya'ya kadar inen Haçlı kuvvetlerini karşılamaya gittiklerinde, Osmanlı Devletini arkadan vurmakta da tereddüt etmedi. Karamanoğlu kuvvetleri, Ankara ve Kütahya'ya kadar olan yerleri tahrip ettiler. Sultan Murad Han, Macarları mağlup ettikten sonra, Anadolu'ya geçerek, Karamanoğulları üzerine büyük bir sefer düzenledi. İslâm âleminde suçlu duruma düşen ve çaresiz kalan İbrahim Bey, yemin vermek suretiyle, ağır şartlar altında, Osmanlı Devleti ile sulh yaptı. Bu ahidnâmede İbrahim Bey, her sene, bir oğluyla kendi askerini Osmanlı Devleti hizmetine göndermeyi taahhüt ediyordu. Edirne-Segedin antlaşması bozulup, Haçlılar, taarruz ederek Varna önüne geldikleri zaman, İbrahim Bey yeminine sadık kalarak, antlaşmaya aykırı bir harekette bulunmadı. İkinci Kosova Savaşı'nda (1448) Haçlılara karşı Osmanlı ordusuna yardımcı kuvvetler gönderdi.
Hıristiyanlara karşı yapacağı bir seferin, üzerindeki kötü intibâı sileceğini hesaplayan İbrahim Bey, henüz Kıbrıslıların elinde bulunan Gorigos'a taarruza karar verdi ve 1448 senesinde, Gorigos'u fethetti. 1451 senesinde, Osmanlı tahtına Sultan İkinci Mehmed Han'ın (Fatih) geçmesi, İbrahim Beye yeni ümitler vermişti. Fakat, Sultan Mehmed'in Karaman üzerine yürümesi, onu tekrar barışa mecbur etti. İstanbul'un fethi hazırlıkları sırasında Karamanoğulları, Venediklilerle ticaret antlaşması yaptılar. Aslında antlaşmada zikredilen düşman, Osmanlı Devletiydi. İbrahim Bey, 1456 senesinde Tarsus, Adana ve Külek taraflarını ele geçirmek için sefer düzenleyince, Memlûklar, bir ordu göndererek Karaman topraklarını tahrip ettiler. İbrahim Bey, Fatih Sultan Mehmed'in Kastamonu ve Trabzon seferlerinde, antlaşma gereğince oğlu kumandasında asker yolladı (1461).
İbrahim Beyin son günleri ıstırap içinde geçti. Oğulları, sağlığında Karaman tahtına geçebilmek için, mücadeleye başladılar. İbrahim Bey, büyük oğlu İshak Beyi veliaht ve İçel valisi yapmıştı. İshak Bey, babasının sağlığında idareyi bizzat ele aldı. Fakat, taht mücadelesinde babasıyla beraber Kavala Kalesine çekildi. Diğer oğlu Pir Ahmed, Konya'da hükümdarlığını ilan etti. Bu sırada İbrahim Bey, Kavala'da öldü. İshak Beye rakip olarak Pir Ahmed'in çıkması; Osmanlı, Memlûk ve Akkoyunlu devletlerinin, beyliğin iç işlerine karışmalarına sebep oldu. Neticede Pir Ahmed, Osmanlıların yardımını sağlayarak Antalya Valisi Hamza Beyin kuvvetleriyle Karaman'a girdi. İshak Bey, yenilerek Silifke'ye çekildi ve yardım için Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'ın yanına gitti. Pir Ahmed, Karamanoğullarının başına geçince, Osmanlılara yardımları karşılığında Beyşehir ve Ilgın'ı verdi. Fakat, Ahmed Beyin bir süre sonra Akkoyunlu ve Venediklilerle anlaşması, Fatih Sultan Mehmed Hanın Karaman üzerine sefere çıkmasına sebep oldu. Osmanlı kuvvetleri Konya'yı aldı. Ahmed Bey, Lârende önlerinde Mahmud Paşa'ya yenilerek Tarsus'a kaçtı. Fatih Sultan Mehmed, oğlu Şehzade Mustafa'yı, Karaman vilâyetine tâyin etti ise de, Karaman'ın yerli halkı, beylerine sadıktı. Pir Ahmed Bey, kardeşi Kasım Beyle barışarak Karaman Beyliği için beraberce mücadele etti. Akkoyunlu Uzun Hasan ve Venediklilerin teşebbüsleri, Karaman topraklarının Osmanlılar tarafından ele geçirilmesini önleyemedi. Osmanlılar, Otlukbeli Savaşı'nda Uzun Hasan'ı yendikten sonra, Karamanoğlu topraklarına tamamıyla sahip oldu. Gedik Ahmed Paşa, önce Ermenek, sonra da Mennan Kalesini ele geçirdi ve Silifke'yi zaptetti. Şehzade Mustafa da Develi-Karahisar'ı teslim aldı. Bu sırada Pir Ahmed öldü ve Karamanoğullarının başına Kasım Bey geçti. Kasım Bey devrinde, bütün mücadelelere son verildi.
Karaman valiliğine gönderilen Şehzade Cem Sultan, Karaman beyleri ile dostluk tesis ederek, onların kalbini kazandı. Karamanoğullarının son varisi olan Kasım Bey, Karaman valisi tayin edilen Şehzâde Cem Sultan ve Sultan İkinci Bayezid Han ile anlaşarak, Osmanlı himayesinde, ölüm tarihi olan 1483 Şubatına kadar, İçel taraflarında hüküm sürdü. Onun ölümü ile, Karamanoğulları Beyliği sona erdi. Kasım Beyin damadı Turgut'un oğlu Mahmud Bey, 1487 senesine kadar İçel'de sancak beyliği yaptı. Onun, beyliği yeniden ihya etme faaliyetlerine karşılık, üzerine kuvvet gönderildi. Karşı duramayan Mahmud Bey tutunamayıp, Memlûklara sığındı, Karamanoğulları toprakları Sultan İkinci Bayezid devrinde, bütünüyle Osmanlı Devleti sınırları içine alındı.
Karamanoğulları, Anadolu beyliklerinin, Osmanoğullarından sonra en mühimi, en büyüğü, en kudretlisi ve en devamlısıdır. Konya'yı, yani Türkiye Selçukluları'nın merkezini elinde tutan Karamanoğulları, kendilerini Selçukluların halefi saymışlardır. Fakat Osmanoğullarının, manevî, siyasî ve jeopolitik durumları, gazâlarının kazandırdığı itibar ve hükümdarlarının emsalsiz dehası karşısında, bu iddiaları, hayalden öteye gidememiştir. Karaman-Türkmen Beyliği, 1250 senelerinden 1487 yılına kadar, yaklaşık iki yüz otuz yedi sene hüküm sürmüştür.
Kültür ve medeniyet: Karamanoğullarının siyasî ve ticarî ehemmiyeti, memleketlerinin coğrafî durumuna göreydi. Bunlar, kuvvetli düşmanları karşısında sarp yerlere çekilerek korunurlar, tehlike geçince tekrar İçel ve Lârende taraflarına gelirlerdi. Karaman Beyliğinin ilk hükümet merkezi, Ermenek'ti. Sonraları toprakları genişleyince, Lârende kasabasını uzun müddet merkez olarak kullandılar. Konya'yı ele geçirince, devlet merkezini buraya taşıdılar. 1463 senesinde, Konya Osmanlılara geçince, Lârende'yi tekrar merkez yapan Karamanoğulları, ikiye bölündü. Bu zamanda, muvakkat olarak Niğde ve Silifke'yi de hükümet merkezi yaptılar. Karamanoğullarında, memleketin bütünü, baştaki bey ile ailenin diğer fertleri tarafından idare edildiğinden, bu beylikte hükümranlık, aileye münhasır idi ve beylerinin resmî ve umumî bir unvanı yoktu.
Şehâbeddin Ömer, Mesâlik-ül-Ebsâr isimli eserinde, 14. asrın ilk yarısında, Karamanoğulları'nın 25.000 atlı ve 25.000 yaya askeri olduğunu kaydetmiştir. Bunlardan başka aşîret kuvvetlerinden de faydalanmışlardır.
Geçitler vasıtasıyla Konya'ya ulaşan ticaret yollarını kontrol eden Karamanlılar, Ceneviz ve Kıbrıs tâcirlerinden aldıkları vergilerle, mühim bir gelir temin ediyorlardı. Lamos, Silifke, Anamur ve Manavgat gibi kendilerine ait limanlardan tahsil ettikleri gümrük resmi de belli başlı gelirlerindendi.
Karamanoğullarının Ermenek, Anamur, Lârende, Aksaray, Niğde ve Konya'da inşa ettirdikleri mimarî eserler, Selçuklu sanatının takipçisi olduklarını göstermektedir. Karaman'da Nefîse Sultan tarafından Mimar Nûman bin Hoca Ahmed'e yaptırılan Hâtuniye Medresesi, Selçuklu mimarî tarzının özelliklerini taşır. Yine Karaman'da 1388 senesinde yaptırılan Alâeddin Bey Kümbeti, kesme taştan on iki köşeli olup, üzeri yivli konik bir külah ile örtülüdür. Bu eser, Selçuklu mimarisi tarzından farklı bir üslupla yapılmıştır. Karamanoğulları, ayrıca birçok yerde cami, medrese, han ve kervansaraylar inşa ettirmiştir. Niğde'de Ak Medrese, Zinciriye Medresesi, Aksaray Ulu Cami; Karaman'da İbrahim Bey İmareti, Nefîse Sultan Camii, Aktekke Camii; Ermenek'te Havâsıl Camii ile Ulu Cami ve Tol Medrese; Konya'da Nâsuh Bey Dâr-ül-Huffâzı, Has Bey Dâr-ül-Huffâzı ve Hasbeyoğlu Mescidi, Karamanoğlu beyleri tarafından yapılmış eserlerdir.
Çini sanatı, Türkiye Selçukluları zamanında zirveye çıkmış, Karamanoğulları zamanında da bu durumunu muhafaza etmiştir. Alçı sanatı da aynı kuvvetle devam etmiştir. Karamanoğullarından Alâeddin Ali Bey ve haleflerinin, gümüş sikkeleri görülmektedir.
Karamanoğulları Beyleri
1. Nûre Sûfî Bey (başkenti: Ereğli) (1250?-1256?)
2. Kerîmeddin Karaman Bey (Başkenti: Ermenek) (1256?-1261)
3. Şemseddin I. Mehmed Bey (1261-1283)
4. Güneri Bey (1283-1300)
5. Bedreddin (Mecdeddin) Mahmud Bey (1300-1308)
6. Yahşı Han Bey (1308-1312) (Başkenti: Konya)
7. Bedreddin I. İbrahim Bey (1312-1333, 1348-1349)
8. Alâeddin Halil Mirza Bey (1333-1348)
9. Fahreddin Ahmed Bey (1349-1350)
10. Şemseddin Bey (1350-1351)
11. Hacı Sûfi Burhâneddin Musa Bey (Başkenti: Mut) (1351-1356)
12. Seyfeddin Süleyman Bey (1356-1357)
13. Damad I. Alâeddin Ali Bey (1357-1398)
14. Sultanzâde Nâsıreddin (Gıyâseddin) II. Mehmed Bey (1398-1399)
15. Damad Bengi II. Alâeddin Ali Bey (1418-1419, 1423-1424)
16. Damad II. İbrahim Bey (1424-1464)
17. Sultanzâde İshak Bey (1464)
18. Sultanzâde Pîr Ahmed Bey (1464-1469)
19. Kasım Bey (1469-1483)
20. Turgutoğlu Mahmud Bey (1483-1487


SLyMN

3. Germiyanoğulları
Germiyanoğulları da 13. yüzyılın başında Anadolu'ya geldiler. Beyliklerini Kütahya yöresinde kurdular. Bu beyliğin Yakub Bey adlı bir Türkmen beyi tarafında kurulduğu bilinmektedir. Yakub Bey'e bağlı komutanlar, Aydın Bey, Saruhan Bey ve Karesi Bey Batı Anadolu'da fetihler yaptılar ve daha sonra kendi beyliklerini kurdular. Yıldırım Bayezid 1390 yılında son verdiyse de bu beylik 1402'de Ankara Savaşı'ndan sonra yeniden kuruldu. Son Germiyan Beyi II. Yakub yerine geçecek oğlu olmadığından ölümünden sonra beyliğinin Osmanlılara katılmasını vasiyet etti ve 1429 yılında Germiyanoğulları Beyliği Osmanlılara katıldı.

4. Karesioğulları
Kurucusu eski Germiyanoğlu komutanlarından Karesi Bey'dir. Beyliğin merkezi Balıkesir idi. Zamanla Çanakkale Boğazı'nın bütün güney kıyısını ele geçirdiler. Bizans sınırında olması nedeniyle bir çok Türkmen yöreye yerleşti. 1390 yılında ikinci Osmanlı padişahı Orhan Bey Karesioğulları beyliğini ele geçirdi.

5. Hamitoğulları
Isparta ve Eğridir havâlisinde kurulan Türk beyliğidir.
Türkiye Selçuklu Devleti, 13. asır sonlarında iyice zaafa uğrayıp, İlhanlıların nüfuzu altına girdikten sonra, batı hududundaki Türk aşiretleri de kendi başlarının çaresine bakarak, toplanmaya ve bir idare kurmaya başlamışlardı.
Aynı tarihlerde Isparta, Eğridir ve havâlisinde bulunan Hamid aşireti de, başlarında bulunan İlyas bin Hamid Beyin oğlu Feleküddin Dündar Beyin reisliği altında, merkezleri Uluborlu ve sonra eski adı Prostana olan Eğridir olmak üzere Hamidoğulları Beyliğini kurdu. Beyliğin kuruluşu, on üçüncü asrın son çeyreği içindedir. Hamid Bey ile oğlu İlyas Bey, Selçukluların uç beylerinden ve Selçuk emirlerinden idiler. Feleküddin Dündar Bey, kurduğu beyliğe büyük babası Hamid Beyin ismini verdi.
Faal bir emir olan Dündar Bey, beyliğinin hududunu güneye doğru genişleterek Gölhisar, Korkuteli ve Antalya'yı ele geçirdikten sonra, ülkesini Germiyan ve Denizli hudutlarına kadar büyüttü. Eğridir'i pek çok eserlerle imar eden Feleküddîn Dündar Bey, buraya kendi künyesine nispetle Felekâbâd adını verdi. 1301 yılında Antalya'yı fethettikten sonra, buranın idaresini kardeşi Yûnus Beye havale etti. 1314'te Anadolu'ya gelen İlhanlı Beylerbeyi Emir Çoban'a itaat edenler arasında, Dündar Bey de bulunuyordu. Hattâ, Dündar Bey, İlhanlılara sadakatini göstermek üzere, aynı sene "Sultan-ı âzam Gıyâsüddünyâ ve'd-Dîn Hudâbende Mehmed" klişeli, İlhan Olcayto adına gümüş sikke kestirdi.
1316'da İlhan Olcayto'nun vefatı ve küçük yaştaki oğlu Ebû Saîd'in cülûsundan sonra ortaya çıkan karışıklıklar esnasında, bu durumu fırsat bilen Dündar Bey, istiklâlini ilan ederek sultan unvanını aldı ve hudut komşuları beyler (Aydın, Saruhan, Menteşe vs.) üzerinde hâkimiyet tesis etti. Anadolu beyliklerinin, İlhanlıların merkezindeki zaaftan istifade ile bağlılıklarını çözmeye başlamaları üzerine, Anadolu İlhanlı valisi Timurtaş, Konya'yı işgal etti. 1324 senesinde Eşrefoğlu Süleyman Beyi öldürttü ve arkasından Hamid iline yürüyerek Antalya'ya kaçan Dündar Beyi de yakalayarak katlettirdi. Ancak, çok geçmeden, İlhanlı hükümdarına isyan eden Timurtaş'ın üzerine kuvvet gönderilmesi ve Mısır'da yakalanarak katledilmesi neticesinde, Dündar Beyin üç oğlundan büyük oğlu Hızır Bey, Hamideli idaresini eline aldı. Hızır Beyin ne kadar beylik yaptığı belli değildir. Yaklaşık olarak 1330'da vefat etmiştir.
Seyyah İbn-i Battûta, 1333 yılında Anadolu'yu gezerken, Hamidoğulları Beyliğine de uğramış, Gölhisar'da Dündar Beyin oğlu Mehmed ve Eğridir'de diğer oğlu Necmeddin İshak Beyin hükümdar bulunduklarını bildirmiştir. İshak Beyin hangi tarihte vefat ettiği belli değildir.
İshak Beyden sonra kardeşi Mehmed Beyin oğlu Muzafferüddin Mustafa Bey, onun ölümü ile de, oğlu Hüsâmeddin İlyas Bey, Hamidoğulları Beyliğinin başına geçti. Hüsâmeddin İlyas Bey, komşusu olan Karamanoğlu Alâeddîn Bey ile yaptığı savaşı kaybederek Germiyanoğlu Süleyman Şaha sığındı. Ondan aldığı yardımlarla, kaybettiği yerlere yeniden sahip oldu. İlyas Beyin de vefat tarihi belli değildir. İlyas Beyden sonra yerine Kemâleddin Hüseyin Bey geçti. Bu zat da, Karamanoğulları'nın tecavüzlerinden bıkarak, Eşrefoğulları'ndan almış oldukları Beyşehri, Seydişehri, Akşehir, Yalvaç ve Şarkî Karaağaç'ı, 1374'te, 80 bin altın mukabilinde Osmanlı hükümdarı Sultan Birinci Murad Hana sattı. Yine, Kosova Savaşı'na giden Sultan Murad'a, oğlu Mustafa idaresinde, yardımcı kuvvet gönderdi. Okçulardan müteşekkil bu kuvvet, muharebe esnasında Osmanlı ordusunun ön safında bulunmuştur. Kemâleddin Hüseyin Bey, 1391 yılında vefat etti. Hamidoğullarının bu şubesinin toprakları, Osmanlılar ile Karamanoğulları tarafından paylaşıldı.
Hamidoğullarında devlet işlerinin görüldüğü bir dîvân mevcuttu. Bu dîvânın, Türkiye Selçuklularınınkine benzer şekilde olduğu anlaşılmaktadır. Hamidoğullarında beylik, eski Türk geleneğine uyularak evlatlar arasında pay edilmekteydi.
Hamidoğullarından Hüsâmeddin İlyas Beyin, Felekâbâd'da kesilmiş Hüsâmî ibareli gümüş sikkesinden başka hiç birisinin sikkesi görülmemiştir.
Hamidoğulları hükümdarları, bilhassa Eğridir ve Burdur'da pek çok imar faaliyetlerinde bulundular. Bunlardan Eğridir'de Hızır Bey Camii, Burdur'da Mustafa Bey Medresesi ve Şuhud kasabasında İbrahim bin Hızır'a ait olan mescid en önemlileridir.

6. Eşrefoğulları
On üçüncü asrın sonlarına doğru, Beyşehir ve Seydişehir civarında kurulmuş bir Türk beyliği.
Beyliğin kurucusu Seyfeddin Süleyman Bey, Anadolu Selçukluları'nın uç beyi idi. Selçuklu sultanı Üçüncü Gıyâseddîn Keyhüsrev, 1283 senesinde İlhanlı hükümdarı tarafından öldürülünce, yerine amcasının oğlu İkinci Gıyâseddin Mesud geçti. Gıyâseddin Mesud, Konya'daki Eşrefoğlu ve Karamanoğlu kuvvetlerinin Gıyâseddin Keyhüsrev taraftarı olması sebebiyle Konya'yı bırakarak, Kayseri'yi devlet merkezi yaptı. Gıyâseddin Keyhüsrev'in annesi, devletin, iki torunu ile Mesud arasında paylaştırılmasını isteyerek, Eşrefoğullarını ve Karamanoğulları'nı Konya'ya çağırdı. Eşrefoğlu Süleyman Beye, saltanat naipliği verildi. Bu şehzadeler, 1285 senesinde tahta çıkarıldı. Yedi ay gibi kısa bir süre sonra Gıyâseddin Mesud ve vezir Sâhib Ata'nın gayretleriyle, şehzadeler bertaraf edildi. Bunların tahttan indirilmesi üzerine, Eşrefoğlu Süleyman Bey, kendi merkezine çekildi ve Sultan Mesud'a karşı cephe aldı.
1286 senesinde, Eşrefoğullarının merkezi, Germiyanoğulları tarafından yağmalandı. 1288 senesi başlarında Eşrefoğlu Süleyman Bey, Ilgın'a akın yaptı. Aynı sene Sultan Mesud ile barışarak, itaatini arz etti. Beyliğin merkezini Beyşehir'e nakletti ve şehrin etrafını surlarla çevirdi. Eşrefoğlu Süleyman Bey, 1302 senesi Ağustos ayının yirmi yedisinde, Beyşehir'de vefat etti. Yerine, büyük oğlu Mehmed Bey geçti.
Mehmed Bey, beyliğinin topraklarını kuzeye doğru genişletmeye muvaffak oldu. Akşehir ve Bolvadin'i ele geçirdi. 1314 senesinde, Anadolu beylerinin itaatlerini sağlamak ve âsilerini cezalandırmak için, sefer düzenleyen İlhanlı Devletinin Beylerbeyi Emîr Çoban'a itaat eden beyler arasında, Mehmed Bey de vardı. Mehmed Beyin, 1320 senesinden sonra öldüğü, Bolvadin'de yaptırdığı caminin kitabesinden anlaşılmaktadır.
Mehmed Beyin yerine, oğlu İkinci Süleyman Bey geçti. Süleyman Bey zamanında, uclarda bağımsızlıklarını muhafaza etmeye çalışan beylere karşı, İlhanlı Devletinin Anadolu valisi Demirtaş, harekete geçti. Demirtaş, 1326 yılında Beyşehir'e yürüyerek şehri ele geçirdi. Süleyman Beyi işkenceyle öldürerek, göle attırdı. Böylece Eşrefoğulları Beyliği sona erdi.
Seyfeddin Süleyman Bey, 1297 senesinde Beyşehir'de, nefis Türk mimarî eserlerinden olan bir cami yaptırdı. Bu caminin mihrâbı çok güzel olup, Selçuklu mimarîsinin devamıdır. Türbesi bu caminin yanındadır. Mehmed Bey de Bolvadin'de güzel bir cami yaptırmıştır.
Mübârizüddin Mehmed Bey adına, Şemsüddin Mehmed Tüsterî tarafından Arapça Fusûl-ül-Eşrefiyye isimli bir eser yazılmıştır. Eserin yazması, Ayasofya kütüphanesi, 2445 numarada kayıtlıdır.

7. Alâiye Beyliği
Türkiye Selçuklu sultani 1.Alaaddin Keykubat (1220-1237)tarafından zapt edilen Alaiye şehrinde daha sonra küçük bir beylik kurulmuştu. Alaiye Beylerinin Selçukluların neslinden geldiği rivayet olunmuştur.1291 yılında Kıbrıs Kralı Henri II Alaiye ye asker sevk ettiyse de bu şehri almaya muvaffak olamadı. Alaiye 1293'de Karamanoğullarinda Mecdettin Mahmut Beyin eline geçti. O hutbeyi Memluklar adına okuttu. Karamanoğulları'nin bu şehir üzerindeki hakimiyetleri 14. yy.ın ikinci yarısında da devam etti.

    Kıbrıs Kralı Pierre 1366 Mayısında Alaiye'yi zapta teşebbüs etti ise de Karamanoğulları'nın yardıma gelmesi ile bu teşebbüs başarısızlıkla sonuçlandı. Alaiye bundan sonra Karamanoğulları'ndan gelen beylerin yönetiminde kaldı . buradaki beyler zaman zaman Memluk Devleti ne bağlandılar. Alaiye 1427 de Karamanoğulları tarafından beş bin altın karşılığı memluk devletine bırakıldı. Karamanoğlu Mahmut beyin torunları tarafından memluk devletine bağlı olarak yönetildi. Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı komutanı Gedik Ahmet Paşa Kılıçarslan beyi yenilgiye uğratarak Alaiye'yi Osmanlı topraklarına kattı; ve bu beyliğin varlığına son verdi (1470).

8. Menteşeoğulları
Güneybatı Anadolu'da kurulan bir Türk beyliği. Merkezi, bugünkü Muğla vilâyeti olan bu beyliğin hâkimiyeti, on üçüncü yüzyılın ortalarından on beşinci yüzyılın başlarına kadar devam etti.
Anadolu'ya bütünüyle sahip olup, askerî ve siyasî hâkimiyetlerini iskân siyasetiyle de pekiştirmek isteyen Selçuklular; gazâ akınları için, Moğol zulmünden kaçan Türk boylarını batıya yerleştiriyorlardı. Menteşe Beyin kumandasındaki Türkler de, Bizanslıların Karya, Osmanlılar'ın Menteşe eli dedikleri, bugün Muğla denilen bölgeye yerleştirildi. Bu arada Moğol tesiriyle Selçuklu Devleti nüfuzunun günden güne azalması, uçlardaki Türk unsurlara, geniş bir hareket serbestisi vermekteydi. Nitekim, Menteşe Bey idaresindeki Türkmenler de, 1261'den sonra Muğla çevresinde fetihlere girişerek, bölgeye daha sağlam bir şekilde yerleşmeye başladılar. 1278 yılında, Bizans İmparatoru Mihail-VIII'in oğlu Andronikos, Muğla'yı büyük bir ordu ile kuşattı ise de alamadı. Aydın ve Güzelhisar kalelerini tahkim edip geri döndü. Onun dönüşü ile harekete geçen Menteşe Bey, kısa sürede Aydın ile Güzelhisar'ı zaptetti (1282). Böylece Türkler, Menderes havzasına tamamen hâkim oldular.
On üçüncü yüzyılın ikinci yarısından sonra başlayan hâkimiyetleri, Antalya'nın Alakır Çayı batısından itibaren; Fenike, Kaş, bütün Muğla, Çameli, Acıpayam, Tavas, Bozdoğan ve Çine'ye kadar yayıldı. Donanmaya sahip olan Beylik, Akdeniz ve Ege denizinde faaliyetlerde bulundu.
1282 yılından sonra vuku bulan olaylarda, Menteşe Beyin adına rastlanmamaktadır. Bu durumda onun, 1282 yılı sonunda veya 1283'te vefat ettiği sanılmaktadır. Meğri yakınlarında bulunan türbesinde medfundur. Menteşe Beyden sonra, yerine oğlu Mesud Bey geçti. Saltanat değişikliğinden faydalanmak isteyen Bizanslılar, tekrar Karya üzerine sefere kalkıştılarsa da muvaffak olamadılar. Bizanslıları bozguna uğratan Mesud Bey, güçlü donanmasıyla Rodos Adasına çıkartma yaptı. 1300'de yapılan çıkartma ile Rodos Adasının Türkler tarafından fethi, papalığı harekete geçirdi. Papa Beşinci Kleman ile Fransa Kralı Güzel Filip'in teşvik ve yardımları üzerine, Hıristiyanlığın korsan, tarikat mensubu Sen Jan Şövalyeleri, Rodos'a hücum ettiler. 1310 yılında başlayan Sen Jan Şövalyelerinin hücumu, 1314 yılında Rodos'un işgaline kadar devam etti. Mesud Bey, 1320'den önce vefat edince, yerine oğlu Şücâüddin Orhan Bey geçti.
Şücâüddin Bey de, 1320'de Rodos Adasına sefer tertip edip, adayı işgalden kurtarmak istedi, fakat muvaffak olamadı. 1340'larda vefat ettiği tahmin edilen Şücâüddin Orhan Bey'in yerine oğlu İbrahim Bey geçti.
İbrahim Bey, Latin Haçlılarının işgaline uğrayan İzmir'i kurtarmak için, 1344'te Aydınoğlu Umur Bey'e yardım etti. Menteşe donanması, Latinleri devamlı taciz etti. Menteşe ve Venedik donanmasının mücadelesi, 1355 antlaşmasına kadar sürdü. İbrahim Beyin 1360'larda vefatıyla Menteşeoğulları Beyliği, Mûsâ, Mehmed ve Ahmed adlarındaki üç oğlu arasında taksim olunarak idare edildi.
Osmanlı Devleti'nin Anadolu ve Rumeli'nde genişleyip büyümesiyle, Menteşeoğulları Beyliği toprakları da, Yıldırım Bayezid Hanın, 1390 Anadolu seferi sonunda Osmanlı hâkimiyetine geçti ve 1402 Ankara Savaşı'na kadar Osmanlı hâkimiyetinde kaldı.
Timur Han, Anadolu beylerine eski yerlerini iade ettiğinde, İbrahim Beyin oğlu İlyas Beye de Menteşe'yi verip, emir tayin etti. 1402-1413 yılları arasındaki Fetret devrinden sonra, Menteşeoğulları ailesi, 1414 yılında Osmanlı Sultanı Çelebi Mehmed Hanın yüksek hâkimiyetini tanıdı. Menteşe toprakları, 1424 yılında, bütünüyle Osmanlı Devletine katıldı.
Anadolu'nun güneybatısında iki yüz yıla yakın hakim olan Menteşeoğullarına ait kültür ve sanat eserleri, hâlâ mevcuttur. Bölgede cami, medrese, türbe ve diğer sosyal müesseseler inşa eden Menteşe Beyliğinin Milas, Muğla, Beçin ve Balat şehirlerinde, zamanına göre fakülte derecesinde, yüksek vasıflı medreseleri vardı. İlyas Beyin, 1404 yılında Balat'ta yaptırdığı cami, Türk sanat eserlerinin nadide numunelerindendir. İlyas Bey adına İlyâsiye fi't-Tıb adında bir tıp kitabı, Mehmed Bey oğlu Mahmud Çelebi adına da Bâznâme adında avcılığa dâir bir kitap, Farsça'dan tercüme edildi.
Menteşe beyleri, ilme, âlimlere çok değer verip, himaye ederlerdi. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin torunlarından Ulu Ârif Beye hürmet gösterip; Mevlevîliğin, bölgelerinde yayılmasına müsaade ettiler.
Menteşeoğullarının, devrin diğer Anadolu beyliklerinden ayrı, güçlü bir donanması vardı. Mısır'daki Memlûklar, Frenklere karşı Anadolu'dan yardım isteyince, Menteşeoğulları, iki yüz kadırga gönderme vaadinde bulundular. Bu durum, Menteşeoğullarının, denizlerdeki güç ve seviyelerini göstermesi bakımından önemlidir. Menteşeoğulları, Akdeniz ve Ege'de, korsanlara karşı devamlı mücadele etmişlerdir.


SLyMN

3. Germiyanoğulları
Germiyanoğulları da 13. yüzyılın başında Anadolu'ya geldiler. Beyliklerini Kütahya yöresinde kurdular. Bu beyliğin Yakub Bey adlı bir Türkmen beyi tarafında kurulduğu bilinmektedir. Yakub Bey'e bağlı komutanlar, Aydın Bey, Saruhan Bey ve Karesi Bey Batı Anadolu'da fetihler yaptılar ve daha sonra kendi beyliklerini kurdular. Yıldırım Bayezid 1390 yılında son verdiyse de bu beylik 1402'de Ankara Savaşı'ndan sonra yeniden kuruldu. Son Germiyan Beyi II. Yakub yerine geçecek oğlu olmadığından ölümünden sonra beyliğinin Osmanlılara katılmasını vasiyet etti ve 1429 yılında Germiyanoğulları Beyliği Osmanlılara katıldı.

4. Karesioğulları
Kurucusu eski Germiyanoğlu komutanlarından Karesi Bey'dir. Beyliğin merkezi Balıkesir idi. Zamanla Çanakkale Boğazı'nın bütün güney kıyısını ele geçirdiler. Bizans sınırında olması nedeniyle bir çok Türkmen yöreye yerleşti. 1390 yılında ikinci Osmanlı padişahı Orhan Bey Karesioğulları beyliğini ele geçirdi.

5. Hamitoğulları
Isparta ve Eğridir havâlisinde kurulan Türk beyliğidir.
Türkiye Selçuklu Devleti, 13. asır sonlarında iyice zaafa uğrayıp, İlhanlıların nüfuzu altına girdikten sonra, batı hududundaki Türk aşiretleri de kendi başlarının çaresine bakarak, toplanmaya ve bir idare kurmaya başlamışlardı.
Aynı tarihlerde Isparta, Eğridir ve havâlisinde bulunan Hamid aşireti de, başlarında bulunan İlyas bin Hamid Beyin oğlu Feleküddin Dündar Beyin reisliği altında, merkezleri Uluborlu ve sonra eski adı Prostana olan Eğridir olmak üzere Hamidoğulları Beyliğini kurdu. Beyliğin kuruluşu, on üçüncü asrın son çeyreği içindedir. Hamid Bey ile oğlu İlyas Bey, Selçukluların uç beylerinden ve Selçuk emirlerinden idiler. Feleküddin Dündar Bey, kurduğu beyliğe büyük babası Hamid Beyin ismini verdi.
Faal bir emir olan Dündar Bey, beyliğinin hududunu güneye doğru genişleterek Gölhisar, Korkuteli ve Antalya'yı ele geçirdikten sonra, ülkesini Germiyan ve Denizli hudutlarına kadar büyüttü. Eğridir'i pek çok eserlerle imar eden Feleküddîn Dündar Bey, buraya kendi künyesine nispetle Felekâbâd adını verdi. 1301 yılında Antalya'yı fethettikten sonra, buranın idaresini kardeşi Yûnus Beye havale etti. 1314'te Anadolu'ya gelen İlhanlı Beylerbeyi Emir Çoban'a itaat edenler arasında, Dündar Bey de bulunuyordu. Hattâ, Dündar Bey, İlhanlılara sadakatini göstermek üzere, aynı sene "Sultan-ı âzam Gıyâsüddünyâ ve'd-Dîn Hudâbende Mehmed" klişeli, İlhan Olcayto adına gümüş sikke kestirdi.
1316'da İlhan Olcayto'nun vefatı ve küçük yaştaki oğlu Ebû Saîd'in cülûsundan sonra ortaya çıkan karışıklıklar esnasında, bu durumu fırsat bilen Dündar Bey, istiklâlini ilan ederek sultan unvanını aldı ve hudut komşuları beyler (Aydın, Saruhan, Menteşe vs.) üzerinde hâkimiyet tesis etti. Anadolu beyliklerinin, İlhanlıların merkezindeki zaaftan istifade ile bağlılıklarını çözmeye başlamaları üzerine, Anadolu İlhanlı valisi Timurtaş, Konya'yı işgal etti. 1324 senesinde Eşrefoğlu Süleyman Beyi öldürttü ve arkasından Hamid iline yürüyerek Antalya'ya kaçan Dündar Beyi de yakalayarak katlettirdi. Ancak, çok geçmeden, İlhanlı hükümdarına isyan eden Timurtaş'ın üzerine kuvvet gönderilmesi ve Mısır'da yakalanarak katledilmesi neticesinde, Dündar Beyin üç oğlundan büyük oğlu Hızır Bey, Hamideli idaresini eline aldı. Hızır Beyin ne kadar beylik yaptığı belli değildir. Yaklaşık olarak 1330'da vefat etmiştir.
Seyyah İbn-i Battûta, 1333 yılında Anadolu'yu gezerken, Hamidoğulları Beyliğine de uğramış, Gölhisar'da Dündar Beyin oğlu Mehmed ve Eğridir'de diğer oğlu Necmeddin İshak Beyin hükümdar bulunduklarını bildirmiştir. İshak Beyin hangi tarihte vefat ettiği belli değildir.
İshak Beyden sonra kardeşi Mehmed Beyin oğlu Muzafferüddin Mustafa Bey, onun ölümü ile de, oğlu Hüsâmeddin İlyas Bey, Hamidoğulları Beyliğinin başına geçti. Hüsâmeddin İlyas Bey, komşusu olan Karamanoğlu Alâeddîn Bey ile yaptığı savaşı kaybederek Germiyanoğlu Süleyman Şaha sığındı. Ondan aldığı yardımlarla, kaybettiği yerlere yeniden sahip oldu. İlyas Beyin de vefat tarihi belli değildir. İlyas Beyden sonra yerine Kemâleddin Hüseyin Bey geçti. Bu zat da, Karamanoğulları'nın tecavüzlerinden bıkarak, Eşrefoğulları'ndan almış oldukları Beyşehri, Seydişehri, Akşehir, Yalvaç ve Şarkî Karaağaç'ı, 1374'te, 80 bin altın mukabilinde Osmanlı hükümdarı Sultan Birinci Murad Hana sattı. Yine, Kosova Savaşı'na giden Sultan Murad'a, oğlu Mustafa idaresinde, yardımcı kuvvet gönderdi. Okçulardan müteşekkil bu kuvvet, muharebe esnasında Osmanlı ordusunun ön safında bulunmuştur. Kemâleddin Hüseyin Bey, 1391 yılında vefat etti. Hamidoğullarının bu şubesinin toprakları, Osmanlılar ile Karamanoğulları tarafından paylaşıldı.
Hamidoğullarında devlet işlerinin görüldüğü bir dîvân mevcuttu. Bu dîvânın, Türkiye Selçuklularınınkine benzer şekilde olduğu anlaşılmaktadır. Hamidoğullarında beylik, eski Türk geleneğine uyularak evlatlar arasında pay edilmekteydi.
Hamidoğullarından Hüsâmeddin İlyas Beyin, Felekâbâd'da kesilmiş Hüsâmî ibareli gümüş sikkesinden başka hiç birisinin sikkesi görülmemiştir.
Hamidoğulları hükümdarları, bilhassa Eğridir ve Burdur'da pek çok imar faaliyetlerinde bulundular. Bunlardan Eğridir'de Hızır Bey Camii, Burdur'da Mustafa Bey Medresesi ve Şuhud kasabasında İbrahim bin Hızır'a ait olan mescid en önemlileridir.

6. Eşrefoğulları
On üçüncü asrın sonlarına doğru, Beyşehir ve Seydişehir civarında kurulmuş bir Türk beyliği.
Beyliğin kurucusu Seyfeddin Süleyman Bey, Anadolu Selçukluları'nın uç beyi idi. Selçuklu sultanı Üçüncü Gıyâseddîn Keyhüsrev, 1283 senesinde İlhanlı hükümdarı tarafından öldürülünce, yerine amcasının oğlu İkinci Gıyâseddin Mesud geçti. Gıyâseddin Mesud, Konya'daki Eşrefoğlu ve Karamanoğlu kuvvetlerinin Gıyâseddin Keyhüsrev taraftarı olması sebebiyle Konya'yı bırakarak, Kayseri'yi devlet merkezi yaptı. Gıyâseddin Keyhüsrev'in annesi, devletin, iki torunu ile Mesud arasında paylaştırılmasını isteyerek, Eşrefoğullarını ve Karamanoğulları'nı Konya'ya çağırdı. Eşrefoğlu Süleyman Beye, saltanat naipliği verildi. Bu şehzadeler, 1285 senesinde tahta çıkarıldı. Yedi ay gibi kısa bir süre sonra Gıyâseddin Mesud ve vezir Sâhib Ata'nın gayretleriyle, şehzadeler bertaraf edildi. Bunların tahttan indirilmesi üzerine, Eşrefoğlu Süleyman Bey, kendi merkezine çekildi ve Sultan Mesud'a karşı cephe aldı.
1286 senesinde, Eşrefoğullarının merkezi, Germiyanoğulları tarafından yağmalandı. 1288 senesi başlarında Eşrefoğlu Süleyman Bey, Ilgın'a akın yaptı. Aynı sene Sultan Mesud ile barışarak, itaatini arz etti. Beyliğin merkezini Beyşehir'e nakletti ve şehrin etrafını surlarla çevirdi. Eşrefoğlu Süleyman Bey, 1302 senesi Ağustos ayının yirmi yedisinde, Beyşehir'de vefat etti. Yerine, büyük oğlu Mehmed Bey geçti.
Mehmed Bey, beyliğinin topraklarını kuzeye doğru genişletmeye muvaffak oldu. Akşehir ve Bolvadin'i ele geçirdi. 1314 senesinde, Anadolu beylerinin itaatlerini sağlamak ve âsilerini cezalandırmak için, sefer düzenleyen İlhanlı Devletinin Beylerbeyi Emîr Çoban'a itaat eden beyler arasında, Mehmed Bey de vardı. Mehmed Beyin, 1320 senesinden sonra öldüğü, Bolvadin'de yaptırdığı caminin kitabesinden anlaşılmaktadır.
Mehmed Beyin yerine, oğlu İkinci Süleyman Bey geçti. Süleyman Bey zamanında, uclarda bağımsızlıklarını muhafaza etmeye çalışan beylere karşı, İlhanlı Devletinin Anadolu valisi Demirtaş, harekete geçti. Demirtaş, 1326 yılında Beyşehir'e yürüyerek şehri ele geçirdi. Süleyman Beyi işkenceyle öldürerek, göle attırdı. Böylece Eşrefoğulları Beyliği sona erdi.
Seyfeddin Süleyman Bey, 1297 senesinde Beyşehir'de, nefis Türk mimarî eserlerinden olan bir cami yaptırdı. Bu caminin mihrâbı çok güzel olup, Selçuklu mimarîsinin devamıdır. Türbesi bu caminin yanındadır. Mehmed Bey de Bolvadin'de güzel bir cami yaptırmıştır.
Mübârizüddin Mehmed Bey adına, Şemsüddin Mehmed Tüsterî tarafından Arapça Fusûl-ül-Eşrefiyye isimli bir eser yazılmıştır. Eserin yazması, Ayasofya kütüphanesi, 2445 numarada kayıtlıdır.

7. Alâiye Beyliği
Türkiye Selçuklu sultani 1.Alaaddin Keykubat (1220-1237)tarafından zapt edilen Alaiye şehrinde daha sonra küçük bir beylik kurulmuştu. Alaiye Beylerinin Selçukluların neslinden geldiği rivayet olunmuştur.1291 yılında Kıbrıs Kralı Henri II Alaiye ye asker sevk ettiyse de bu şehri almaya muvaffak olamadı. Alaiye 1293'de Karamanoğullarinda Mecdettin Mahmut Beyin eline geçti. O hutbeyi Memluklar adına okuttu. Karamanoğulları'nin bu şehir üzerindeki hakimiyetleri 14. yy.ın ikinci yarısında da devam etti.

    Kıbrıs Kralı Pierre 1366 Mayısında Alaiye'yi zapta teşebbüs etti ise de Karamanoğulları'nın yardıma gelmesi ile bu teşebbüs başarısızlıkla sonuçlandı. Alaiye bundan sonra Karamanoğulları'ndan gelen beylerin yönetiminde kaldı . buradaki beyler zaman zaman Memluk Devleti ne bağlandılar. Alaiye 1427 de Karamanoğulları tarafından beş bin altın karşılığı memluk devletine bırakıldı. Karamanoğlu Mahmut beyin torunları tarafından memluk devletine bağlı olarak yönetildi. Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı komutanı Gedik Ahmet Paşa Kılıçarslan beyi yenilgiye uğratarak Alaiye'yi Osmanlı topraklarına kattı; ve bu beyliğin varlığına son verdi (1470).

8. Menteşeoğulları
Güneybatı Anadolu'da kurulan bir Türk beyliği. Merkezi, bugünkü Muğla vilâyeti olan bu beyliğin hâkimiyeti, on üçüncü yüzyılın ortalarından on beşinci yüzyılın başlarına kadar devam etti.
Anadolu'ya bütünüyle sahip olup, askerî ve siyasî hâkimiyetlerini iskân siyasetiyle de pekiştirmek isteyen Selçuklular; gazâ akınları için, Moğol zulmünden kaçan Türk boylarını batıya yerleştiriyorlardı. Menteşe Beyin kumandasındaki Türkler de, Bizanslıların Karya, Osmanlılar'ın Menteşe eli dedikleri, bugün Muğla denilen bölgeye yerleştirildi. Bu arada Moğol tesiriyle Selçuklu Devleti nüfuzunun günden güne azalması, uçlardaki Türk unsurlara, geniş bir hareket serbestisi vermekteydi. Nitekim, Menteşe Bey idaresindeki Türkmenler de, 1261'den sonra Muğla çevresinde fetihlere girişerek, bölgeye daha sağlam bir şekilde yerleşmeye başladılar. 1278 yılında, Bizans İmparatoru Mihail-VIII'in oğlu Andronikos, Muğla'yı büyük bir ordu ile kuşattı ise de alamadı. Aydın ve Güzelhisar kalelerini tahkim edip geri döndü. Onun dönüşü ile harekete geçen Menteşe Bey, kısa sürede Aydın ile Güzelhisar'ı zaptetti (1282). Böylece Türkler, Menderes havzasına tamamen hâkim oldular.
On üçüncü yüzyılın ikinci yarısından sonra başlayan hâkimiyetleri, Antalya'nın Alakır Çayı batısından itibaren; Fenike, Kaş, bütün Muğla, Çameli, Acıpayam, Tavas, Bozdoğan ve Çine'ye kadar yayıldı. Donanmaya sahip olan Beylik, Akdeniz ve Ege denizinde faaliyetlerde bulundu.
1282 yılından sonra vuku bulan olaylarda, Menteşe Beyin adına rastlanmamaktadır. Bu durumda onun, 1282 yılı sonunda veya 1283'te vefat ettiği sanılmaktadır. Meğri yakınlarında bulunan türbesinde medfundur. Menteşe Beyden sonra, yerine oğlu Mesud Bey geçti. Saltanat değişikliğinden faydalanmak isteyen Bizanslılar, tekrar Karya üzerine sefere kalkıştılarsa da muvaffak olamadılar. Bizanslıları bozguna uğratan Mesud Bey, güçlü donanmasıyla Rodos Adasına çıkartma yaptı. 1300'de yapılan çıkartma ile Rodos Adasının Türkler tarafından fethi, papalığı harekete geçirdi. Papa Beşinci Kleman ile Fransa Kralı Güzel Filip'in teşvik ve yardımları üzerine, Hıristiyanlığın korsan, tarikat mensubu Sen Jan Şövalyeleri, Rodos'a hücum ettiler. 1310 yılında başlayan Sen Jan Şövalyelerinin hücumu, 1314 yılında Rodos'un işgaline kadar devam etti. Mesud Bey, 1320'den önce vefat edince, yerine oğlu Şücâüddin Orhan Bey geçti.
Şücâüddin Bey de, 1320'de Rodos Adasına sefer tertip edip, adayı işgalden kurtarmak istedi, fakat muvaffak olamadı. 1340'larda vefat ettiği tahmin edilen Şücâüddin Orhan Bey'in yerine oğlu İbrahim Bey geçti.
İbrahim Bey, Latin Haçlılarının işgaline uğrayan İzmir'i kurtarmak için, 1344'te Aydınoğlu Umur Bey'e yardım etti. Menteşe donanması, Latinleri devamlı taciz etti. Menteşe ve Venedik donanmasının mücadelesi, 1355 antlaşmasına kadar sürdü. İbrahim Beyin 1360'larda vefatıyla Menteşeoğulları Beyliği, Mûsâ, Mehmed ve Ahmed adlarındaki üç oğlu arasında taksim olunarak idare edildi.
Osmanlı Devleti'nin Anadolu ve Rumeli'nde genişleyip büyümesiyle, Menteşeoğulları Beyliği toprakları da, Yıldırım Bayezid Hanın, 1390 Anadolu seferi sonunda Osmanlı hâkimiyetine geçti ve 1402 Ankara Savaşı'na kadar Osmanlı hâkimiyetinde kaldı.
Timur Han, Anadolu beylerine eski yerlerini iade ettiğinde, İbrahim Beyin oğlu İlyas Beye de Menteşe'yi verip, emir tayin etti. 1402-1413 yılları arasındaki Fetret devrinden sonra, Menteşeoğulları ailesi, 1414 yılında Osmanlı Sultanı Çelebi Mehmed Hanın yüksek hâkimiyetini tanıdı. Menteşe toprakları, 1424 yılında, bütünüyle Osmanlı Devletine katıldı.
Anadolu'nun güneybatısında iki yüz yıla yakın hakim olan Menteşeoğullarına ait kültür ve sanat eserleri, hâlâ mevcuttur. Bölgede cami, medrese, türbe ve diğer sosyal müesseseler inşa eden Menteşe Beyliğinin Milas, Muğla, Beçin ve Balat şehirlerinde, zamanına göre fakülte derecesinde, yüksek vasıflı medreseleri vardı. İlyas Beyin, 1404 yılında Balat'ta yaptırdığı cami, Türk sanat eserlerinin nadide numunelerindendir. İlyas Bey adına İlyâsiye fi't-Tıb adında bir tıp kitabı, Mehmed Bey oğlu Mahmud Çelebi adına da Bâznâme adında avcılığa dâir bir kitap, Farsça'dan tercüme edildi.
Menteşe beyleri, ilme, âlimlere çok değer verip, himaye ederlerdi. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin torunlarından Ulu Ârif Beye hürmet gösterip; Mevlevîliğin, bölgelerinde yayılmasına müsaade ettiler.
Menteşeoğullarının, devrin diğer Anadolu beyliklerinden ayrı, güçlü bir donanması vardı. Mısır'daki Memlûklar, Frenklere karşı Anadolu'dan yardım isteyince, Menteşeoğulları, iki yüz kadırga gönderme vaadinde bulundular. Bu durum, Menteşeoğullarının, denizlerdeki güç ve seviyelerini göstermesi bakımından önemlidir. Menteşeoğulları, Akdeniz ve Ege'de, korsanlara karşı devamlı mücadele etmişlerdir.


SLyMN

Arkadaşlar bugunlük Bukadar :) Devamı Yarına Kaldı Artık....

baphomet

Şimdi Tekrardan Teşekkür Edecem Yarın GeLip 60 sayfa daha eklicem dicen :D:D:D
Ben İmza Neyim BilmemParnakBassam Olurmu?

SLyMN


SLyMN

9. Sahibataoğulları
Selçuklu Veziri Sâhibata Fahreddin Ali'nin oğulları tarafından Afyon ve çevresinde kurulan beylik.
Vezirliği sırasında Konya, Sivas gibi bazı şehirlerde büyük hayır müesseseleri yaptırması sebebiyle, Hoca Sâhibata unvanıyla anılan Fahreddin Ali, Moğol işgalinin en zor günlerinde vazife yaptı.
Anadolu'ya hâkim olan Moğollar, kendilerinin rahatı için Türkiye Selçukluları şehzade ve devlet adamlarının iktidar ve mevki hırslarını tahrik ederek ikilik çıkarıyorlardı. Sultan Gıyâseddin İkinci Keyhüsrev'in iki oğlundan her birini, memleketin bir bölümüne sultan yapmışlardı. İkinci İzzeddin Keykâvus, aleyhteki faaliyetler yüzünden gelen Moğol ordusu önünden İstanbul'a, bilahare de Kırım'a kaçtı. Bunun üzerine Dördüncü Kılıç Arslan, idareyi tek başına ele geçirdi. Saltanatta hak sahibi olanları kışkırtmakla da kalmayan Moğollar, küçük rütbedeki devlet adamlarına yüksek makamlar vererek hem onları rahat kullanıyorlar, hem de memleket içinde otorite boşlukları ortaya çıkarıyorlardı. Bu sayede, Türkiye Selçuklularının devlet adamları ve sultanları, Moğolların oyuncağı ve haraç memurları olmaktan öteye gidemiyorlardı.
Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Sâhibata Fahreddin Ali, memleketin harap olmaması için elinden gelen gayreti gösterdi. Mümkün olduğunca birliği temin ederek düzeni sağlamaya çalıştı. Selçuklu Devletinin idaresinde söz sahibi olmak isteyen bazı hırslı devlet adamları, Fahreddin Ali'nin iki oğluna Kütahya, Sandıklı, Akşehir ve Beyşehir'i iktâ vererek, onları uç beyliğine tayin etmiş ve Sâhibata'yı kendi taraflarına çekmek istemişlerdi. Fakat çok geçmeden, Vezir Sâhibata'yı, çeşitli planlar kurarak ve kısa zaman sonra da Kırım'da bulunan Sultan İkinci İzzeddin Keykâvus'a para yardımı yaptığı gerekçesiyle tutuklatmışlardı. Bu sebeple, daha önce ihsanlarına kavuşmuş olan devlet erkânının çoğu, kendisine cephe aldı. Düşmanları, güçlü bir rakipten kurtulmuş oldular. Bu sırada Sâhibata'nın cesur bir asker olan oğlu Tâceddin Hüseyin de hiçbir şeyden haberi yokken tutuklandı. Daha sonra Sâhibata, yargılanmak üzere İlhanlı sultanı Abaka'nın sarayına gönderildi. Savunmasıyla hayatını kurtarmasına rağmen, eski mevkiini ele geçiremedi.
Sâhibata, Abaka Hanın yanından ayrılıp Anadolu'ya geri döndükten sonra, Konya'daki evine çekilerek, malları ve vakıflarının idaresiyle meşgul oldu. Onu ortadan kaldırmak için can atan düşmanları, özellikle onun büyük servetini ele geçirmeye çalışıyorlardı. Sâhibata'yı rahat bırakmayarak, çeşitli vesilelerle gayrimenkullerine ve gelir kaynaklarına el atmaya başladılar. Bunun üzerine servetini ve gayrimenkullerini koruyabilmek için eski mevkiine tekrar sahip olması gerektiğini anlayan Sâhibata, düşmanlarının meşguliyetinden faydalanarak, Konya'dan ayrılıp, muazzam bir servetle, Abaka Hanın yanına gitti. Bir müddet Moğol sarayında kalan Sâhibata, çeşitli hediyelerle İlhanlı beylerini kendi tarafına çekmeye muvaffak oldu.
Üç sene sonra, 1275 yılında, tekrar Selçuklu Devleti veziri olarak Anadolu'ya döndü. Bu arada Abaka Han, Sâhibata'nın oğulları Tâceddin Hüseyin ve Nusreddin Hasan'ın ellerinden alınan vilayetlerin kendilerine iade edilmesini emretti. Muhtemelen, Sâhibataoğulları Beyliğinin kuruluşu, bundan sonra başlamıştır.
Sâhibata, yeniden vezir olarak vazifeye başladıktan sonra herkese iyi davrandı, devlet idaresinde çıkması muhtemel karışıklıkları önledi. Bu esnada İslâm âleminin lideri, Türk-Memlûk sultanı Baybars'ın Anadolu'ya girip Moğolları ağır bir mağlûbiyete uğratmasından faydalanan Karamanoğulları, arazilerini genişletmeye başladılar. Üzerlerine gönderilen Selçuklu ordularını yenerek, Baybars'ın Anadolu'dan çekilmesinden sonra, Cimri'yi Selçuklu tahtına geçirdiler. Karamanoğlu Mehmed Bey, Konya halkını zorla Cimri'ye bîat ettirdi. Durumu öğrenen Sâhibata'nın oğulları, Konya'ya yürüdüler. İki ordu, Kozağacı mevkiinde karşılaştı. Muharebenin en şiddetli ânında Sâhibata'nın büyük oğlu Tâceddin Hüseyin'in öldürülmesi, Selçuklu kuvvetlerinin bozulmasına sebep oldu. Ayrıca Sâhibata'nın diğer oğlu da öldürüldü.
Tâceddin Hüseyin ve Nusreddin Hasan'ın öldürülmeleri üzerine, Sâhibataoğullarının başına Hasan Beyin oğlu Şemseddin Mehmed Bey geçti. Şemseddin Mehmed Beyin başa geçmesinden sonra Denizli, Sâhibataoğulları ile Germiyanoğulları arasında nüfuz mücadelesine sahne oldu. Bu mücadele yirmi sene kadar sürdü. Nihayet 1287'de, Germiyanoğlu Kumandanı Bozkuş Bahadır, Denizli üzerine yürüdü. Şemseddin Mehmed Bey, bunu önlemek istediyse de giriştiği muharebede öldürüldü. Bu sırada dedesi Sâhibata, hayattaydı. Şemseddin'in yerine Karahisar beyi olarak oğlu Nusreddin Ahmed geçti.
Daha sonra Sâhibata, yeni kuvvetlerle, Karamanoğlu Mehmed Bey üzerine yürüdü. Mehmed Bey, Sâhibata'nın geldiğini haber alınca, Konya'ya sığınmak istediyse de, kale kapılarının kapanması üzerine Ermenek taraflarına çekildi. Fakat, Sâhibata'nın takibinden kurtulamadı. Sonunda bir Moğol ileri karakoluna baskın yapan Mehmed Bey, pusuya düşürülerek, kardeşleri ve amca çocukları ile beraber öldürüldü.
Türk beylerinin mücadelesinden istifade eden Moğollar, Müslümanlara çok zulmettiler. Bir taraftan Moğolların Anadolu halkına yaptığı zulümlere, diğer yandan oğullarının ölümüne çok üzülen Sâhibata, 1288 senesinde vefat etti.
Bu esnada Karahisar civarını ellerinde bulunduran Sâhibataoğullarının başında, Nusreddin Ahmed Bey vardı. Ahmed Bey, 1314 senesinde beyliklerin İlhanlı Devletine bağlılıklarını kuvvetlendirmek için Anadolu'ya gelen Emîr Çoban'a tâbiiyetini arz ederek mevkiini korumaya muvaffak oldu. Germiyanoğlu Beyi Birinci Yakup Beyin kızı ile evlendi. İlhanlıların Anadolu Valisi Emîr Çoban'ın oğlu Timurtaş'ın, Hamidoğlu Dündar Bey ile Eşrefoğlu Süleyman Beyi katledip, Karamanoğlu'nu da zorla itaat altına alması üzerine, Sâhibataoğulları Beyi Ahmed, kayınpederi Birinci Yakup Beye sığındı. Komutanlarından Eretna'yı, Karahisar'ı muhasara ile vazifelendiren Timurtaş, bu sırada babası Emîr Çoban'ın İlhanlı Sultanı tarafından öldürülmesi üzerine (1327), kendi akıbetinden korkarak Mısır'a kaçtı. Bu durum üzerine Eretna, Karahisar kuşatmasını kaldırarak Sivas'a döndü. Bu hadiseden sonra Karahisar'a dönen Nusreddin Ahmed, Germiyanoğullarının hâkimiyetini tanımak suretiyle, beyliğinin başında kaldı. Nusreddin Ahmed'in 1342'den sonra ölümü üzerine, Sâhibataoğullarına ait topraklar, Germiyanoğullarına katıldı.
Sâhibataoğulları'nın Tahta Geçiş Târihleri
Tâceddîn Hüseyin ve Nusreddîn Hasan (Müştereken) / 1275
Şemseddîn Mehmed / 1277
Nusreddîn Ahmed / 1287-1341
Germiyanoğulları hâkimiyeti

10. Aydınoğulları
On dördüncü asır başında Aydın ve çevresinde kurulan Türk beyliği.
Germiyan ordusu subaşısı Aydınoğlu Mübarizüddin Mehmed Bey kurmuştur. Germiyanoğlu Birinci Yakub Bey tarafından, Aydın ve çevresini fethetmekle görevlendirilen Mehmed Bey, öncelikle Sasa Beyin elindeki Tire, Ayasluğ (Selçuk) ve Birgi'yi ele geçirdi. Bu çarpışmalar sırasında, Sasa Bey öldürüldü (1307). Bundan sonra Birgi'yi kendisine merkez seçerek beyliğini ilan eden Mehmed Bey, gaza harekatına devam etti. 1310'da Müslüman İzmir'i, 1328'de Gâvur İzmir'i ele geçirdi. Mehmed Bey, bundan sonra ortaçağ Müslüman-Türk geleneğine uyarak, ülkesinin idaresini, beş oğlu arasında pay etti. Kendisi, hükümdar sıfatı ile Birgi'de oturdu. Ayasluğ'da kurduğu tersane ile güçlü bir donanma meydana getirdi. İzmir valisi tayin ettiği oğlu Umur Bey, bu donanmayla Sakız, Ağrıboz, Bozcaada, Mora ve Rumeli kıyılarına akınlar düzenledi.
Aydınoğlu Mehmed Beyin 1334'te bir av sırasında attan düşerek hastalanması ve ölümü üzerine, yerine, kardeşlerinin de ittifakıyla Gazi Umur Bey geçti. Umur Bey, 14 yıllık beyliğinde, devlet merkezi Birgi'de ancak üç gün oturabilmiş, bütün saltanatı savaşlarla geçmiştir. Umur Beyin devri, Aydınoğullarının en parlak devri olmuştur. Saruhanoğlu Süleyman Beyle beraber giriştiği Yunanistan ve Mora seferlerinden, pek çok esir ve ganimetlerle döndü (1335).
Bizans şehri olan Alaşehir (Philadelphia), yarım asra yakın zaman, Türk taarruzlarına karşı koymuştu. Zor durumda kaldıklarında, kaleyi kuşatanlara cizye ve haraç veriyorlardı. Bu şehri almayı muhakkak arzu eden Umur Bey, 1335 yılında, yaralı olmasına rağmen şehri kuşattı ve kısa sürede fethetti. Bizans İmparatoru ile dostça geçinen Umur Bey, adalardaki isyanların bastırılmasında imparatora yardım etti. Nitekim, 1336 yılında Bizans İmparatoru, Umur Beyle bir dostluk antlaşması yaparak, Sakız Adasını Aydınoğullarına bıraktı. Bizans'la olan anlaşmasına sadık kalan Umur Bey de, onlara, gerektiğinde yardımda bulundu.
Gazi Umur Bey, 1338-1339 yıllarında, yanında kardeşi Hızır Bey de olduğu halde, Adalar denizi ve Yunanistan'a seferler düzenledi. Daha sonra Karadeniz'e geçerek, Kili ve Eflak seferlerini gerçekleştirdi (1340). Umur Bey, bu son sefere üç yüz gemi ile çıktı. Güçlü bir donanmaya sahip olduğundan, Girit ve Kıbrıs üzerine olan akınlarını yoğunlaştırdı ve muvaffakiyetleri her tarafa yayıldı.
Özellikle bu seferler sonunda, Latinlerin yakın doğudaki çıkarları tamamen yok olduğundan, Papa, Aydınoğulları üzerine yeni bir Haçlı seferi düzenlenmesini teşvik etti. Bu defa 1344-45 yıllarında Kıbrıs, Cenova, Venedik ve Rodos gemilerinden teşekkül etmiş olan Haçlı donanması, ansızın ve büyük bir baskınla sahil İzmir'i aldı. Ancak Haçlılar, yukarı İzmir'i elinde tutan Umur Beyin, şiddetli ve devamlı taarruzlarıyla karşılaştıklarından, kesin neticeye ulaşamadılar. Sonunda antlaşma yapmağa karar verdiler. Fakat, bazı müttefiklerin antlaşmaya yanaşmaması üzerine, Papa, bu antlaşmayı onaylamadı. Antlaşmayla bir sonuca varamayacağını bilen Umur Bey, Sahil İzmir'ini almak için bütün gücüyle silaha sarıldı ve burayı var kuvvetiyle kuşattı ve bu esnada ön saflarda kahramanca dövüşürken şehid düştü. Manevi güçleri sarsılan Aydınoğulları, İzmir üzerine yapılan bu kurtarma teşebbüsünden sonuç alamadılar.
Gazi Umur Beyin şehid düşmesinden sonra, yerine büyük kardeşi Hızır Bey geçti. Hızır Bey, Umur Beyin yerini dolduracak bir kimse olmadığından, Haçlılara karşı mukavemet gösteremedi ve ağır şartlarla, bir antlaşma imzaladı (1348). Bu antlaşma Aydınoğullarının faaliyetlerini durdurmuş ve beyliğin çökmesine sebep olmuştur.
Hızır Bey, devlet merkezini Selçuk'a nakletti ve kendisinden sonra başa geçen kardeşi İsa Bey de burada saltanat sürdü.
İsa Bey zamanında, Osmanoğulları'nın Anadolu birliğini kurma ve genişleme siyasetine, Aydınoğulları karşı çıkmışlardır. Bu sebeple, 1389'da, Kosova Savaşı'nda Birinci Murad Han'ın şehid olmasından faydalanmak istemişlerdir. Karamanlılar başta olmak üzere, diğer bazı beyliklerle ittifak yapmışlar, Osmanlıların aleyhinde bulunmuşlardır. Fakat, yeni padişah Yıldırım Bayezid, Rumeli işini yoluna koyduktan sonra, ilk iş olarak Anadolu yakasından tehlikeleri ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Bayezid, Alaşehir'i almış, Aydın taraflarına inmiş, mukavemet görmeksizin Aydıneli'ni almış ve İsa Bey teslim olmuştur. Yıldırım Bayezid de İsa Beyin karşı koymadan ülkesini teslim etmesine mükafat olarak, kendisini İzmir ve civarının müstakil emiri tanımış ve İsa Beyin kızı Hafsa Hatun ile evlenerek, aradaki bağı kuvvetlendirmiştir. Yıldırım Bayezid, bir müddet sonra İsa Beyi İznik'te ikamete mecbur etmiş, böylece Aydınoğulları Beyliğini kesin olarak Osmanlılara bağlamıştır.
Ankara Savaşı'nda (1402), Yıldırım Bayezid'in Timur'a mağlup ve esir düşmesinden sonra Aydınoğulları Beyliği, tekrar canlandı. Ancak, bu sırada İsa Bey ölmüştü. Bu itibarla Aydınoğullarının başına Timur Hanın emriyle, oğlu Musa Bey geçti. Ertesi yıl Musa Beyin vefatı üzerine, yerine İkinci Umur Bey geçti (1403). Fakat, Aydınoğlu İbrahim Bahadır Beyin oğlu ve İzmir Valisi Cüneyd Bey, buna karşı çıkarak, saltanat iddiasında bulundu. İkinci Umur Beyin üzerine yürüyerek Ayasluğ'u zabteden Cüneyd Bey, Umur'un 1405'te ölümüyle de, Aydınoğulları topraklarına tek başına, 1425'e kadar bazı fasılalarla hakim oldu. Cüneyd Bey, yerini sağlamlaştırmak için, Osmanoğulları arasındaki taht kavgalarına karışıp, her defasında şehzadelerden birini tutarak, zaman zaman kendisine müttefik bulmak ve mevcut ittifaklara katılmak yolunu tuttu. Birçok kereler başarısızlığa uğramasına rağmen, kendini bağışlatmayı bildi. Her seferinde, yeni vazifeler almaya muvaffak oldu. İkinci Murad Han zamanında rahat durmayan Cüneyd Bey, sıkışınca Sisam adası karşısındaki İpsili kalesine sığındı. Ancak, Karamanlılardan umduğu yardımı göremeyince, teslim oldu ve öldürüldü. Böylece, Aydınoğulları toprakları, tamamıyla Osmanlıların hakimiyeti altına girdi (1425).
Aydınoğulları, hakimiyetleri altında bulunan Birgi, Tire, Aydın ve Selçuk'u cami, medrese, han ve hamam gibi eserlerle süslemişlerdir. Aydınoğulları mimarisinde, Anadolu Selçuklu sanatının etkisi görülmektedir. Aydınoğulları beyliğinin en önemli eseri, Selçuk'taki İsa Bey Camiidir. Mimar Ali bin Dımışki'nin inşa ettiği cami, Şam'daki Ümeyye Camiinin temel özelliklerini taşıdığı gibi, yenilikler de bulunmaktadır. Diğer önemli eserler, Birgi'de Aydınoğlu Mehmed Bey Camii (Ulu Cami) ve türbesi, Karahasan Camii, Sultanşah türbesidir.
Aydınoğulları, kültür bakımından da büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Tezkiretü'l-Evliya, Araisü'l-Mecalis adlı Peygamberler tarihi, Süheyl ü Nevbahar ile Hüsrev ü Şirin tercümesi gibi pek çok dil yadigârı, ilme değer veren Aydınoğulları sayesinde yazılmış ve bunlardan bazıları günümüze kadar gelmiştir.
Aydınoğulları, Latinlerle yaptıkları ticaret dolayısıyla yabancı sikke kullandıkları gibi, İslami sikkeleri de vardır. Bundan başka, Birinci Umur Beyin bakır sikkeleri ile İsa ve oğlu Musa beylerin ve Cüneyd Beyin gümüş sikkeleri bulunmaktadır. Aydınoğulları beyliğinin devlet teşkilatı, diğer Anadolu beyliklerine benzemektedir.

SLyMN

12. Candaroğulları
On üçüncü asırda Kastamonu, Sinop ve çevresinde kurulan bir beylik. Aslen Türkmen bir ailedendirler. Beyliğin kurucusu ise Şemseddin Yaman Candar'dır.
On üçüncü asrın sonlarında, Selçuklu hükümdarı İkinci İzzeddîn Keykavus'un oğlu İkinci Gıyâseddîn Mesud'un birinci hükümdarlığı zamanında (1293-1298), bunun kardeşlerinden olup memleket dışında bulunmakta olan Rükneddin Kılıç Arslan, bir gemi ile Kırım'dan gelerek Sinop'a çıkmış ve oradan da Kastamonu'ya gelmiş ve vali tarafından hüsnü kabul görmüştü (1291). Bu tarihlerde Kastamonu valiliğinde, Emir Çoban'ın oğlu Muzafferüddin Yavlak Arslan bulunuyordu. Kılıç Arslan, Yavlak Arslan'ı kendisine atabeg yaparak hümükdarlığını ilan etti ve Moğollarla birlikte üzerine gelmekte olan kardeşi Mesud'un kuvvetlerini dağıttı ise de, Mesud'a yardıma gelmekte olan Şemseddin Yaman Candar karşısında bozguna uğradılar. Yavlak Arslan, öldürüldü. Bu durum üzerine, Yavlak Arslan'ın ıktaı (karşılığında asker beslemek şartıyla istifadesine verilen toprak) Kastamonu ve havalisi, İlhan Geyhatu tarafından Şemseddin Yaman Candar'a verildi.
Şemseddin Yaman'ın hangi tarihte vefat ettiği ve nereye defnedildiği belli değildir. En yakın ihtimal, vefatının 14. yüzyıl başlarında olmasıdır.
Şemseddin Yaman Candar'ın ölümü üzerine, Kastamonu'nun eski sahibi Yavlak Arslan'ın oğlu Hüsameddin Mahmud Bey, derhal harekete geçerek, Kastamonu'yu işgal ettiğinden, Şemseddin Yaman Candar'ın oğlu Süleyman Paşa, Eflâni tarafına çekilerek orada oturmaya mecbur olmuştu. Süleyman Paşa, 1309'da Eflâni'den kalkarak âniden Kastamonu üzerine baskın yapmış, Mahmud Beyi sarayında muhasara ederek, yakalayıp öldürdükten sonra, burasını beyliğine merkez yapmıştır.
Süleyman Paşa, 1335 yılına kadar, İlhanlıların hâkimiyetini tanıdı. İlhanlı hükümdarı Ebû Saîd Bahadır Hanın ölümünden sonraki beş yılda ise, müstakil olarak hükümet sürdü. Anadolu'da İlhanîlerin nüfuzu sarsılmaya başladığı sırada, Süleyman Paşa, tedbirli hareket ederek, İlhanîlerin vezîri Emir Çoban Anadolu'ya geldiği zaman, onu karşılamış ve sadakatini arz eylemiş, bu halden istifade ile de hududunu genişletmeye muvaffak olmuştu.
Süleyman Paşa, Pervaneoğulları'ndan Gâzi Çelebi zamânında, Sinop'u kendi hâkimiyeti altına aldı ve Gâzi Çelebi'nin 1322'de vefatından sonra, burasını doğrudan doğruya ilhak ederek, idaresini büyük oğlu Giyâsüddîn İbrahim Beye verdi. Bu arada Taraklı ve Safranbolu'yu da beyliğine katan Süleyman Paşa, kendi adına para da bastırdı.
Süleyman Paşanın, 1339'da küçük oğlunu kendine veliaht yapmasını bahane eden büyük oğlu İbrahim, babasına isyan ederek Kastamonu'yu zapt ile hükümdar oldu. Süleyman Paşanın nasıl vefat ettiği ve veliaht Çoban'ın âkıbeti belli değildir. İbn-i Battûta, Süleyman Paşanın 70 yaşında olduğunu beyan ettiğine göre, ölümünde 80 yaşında olması muhtemeldir. İbn-i Battûta, Süleyman Paşayı uzun sakallı, güler yüzlü, vakûr ve heybetli olarak tavsif etmektedir. İbrahim Beyin hükümeti, uzun sürmedi ve 1345'te vefat etti. Yerine amcası Emir Yâkub'un oğlu Âdil Bey geçti. Zamanı hakkında fazla malumat bulunmayan Âdil Bey, 1361 yılında ölünce, yerine Osmanlı tarihlerinde Kötürüm Bayezid diye anılan oğlu Celâleddîn Bayezid, hükümdar oldu.
Bayezid Bey, sert, haşin ve acımasız bir zât idi. O, kendisinden sonra oğlu İskender'i hükümdar yapmak istiyordu. Diğer oğlu Süleyman Paşa, bundan dolayı kardeşi İskender'i öldürüp, Osmanlı hükümdarı Murad Hüdâvendigâr'ın yanına kaçarak, onu babası aleyhine tahrik etti. İkinci Süleyman Paşa, Osmanlı kuvvetleri ile Kastamonu'ya gelerek babasını Sinop'a kaçırmış ve bu suretle Beylik ikiye bölünüp, Süleyman Paşa, Kastamonu Beyi olmuştur. Daha sonra Bayezid Bey, oğlunun, Osmanlılar'la arasının açılmasından istifade ederek, Kastamonu'ya hücum ile Süleyman'ı kaçırdı ise de, Süleyman Paşa, Osmanlıların yardımı ile burasını yeniden ele geçirdi (1384). Bu son seferinde hastalanan Celâleddîn Bayezid Bey, 1385'te vefat ederek, Sinop'taki türbesine defnedildi. Yerine, Sinop Şubesi hükümdarı olarak, oğullarından İsfendiyar Bey geçti. Bunun hükümdarlığı uzun sürdüğü için, Candar Beyleri, Osmanlı tarihlerinde, İsfendiyaroğulları diye zikredilmiştir.
Osmanlıların himayesinde Kastamonu Beyi olan Süleyman Paşa, Birinci Kosova Savaşı'nda, yardımcı asker yolladığı gibi, Yıldırım Bayezid'in Batı Anadolu beyleri üzerine yaptığı seferde de kuvvet vermişti. Ancak, beyliklerin ortadan kalkmasının sırası kendisine geleceğini hisseden Süleyman Paşa, Osmanlılardan yüz çevirerek Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin ile ittifak etmiş ve bu suretle, iki defa Yıldırım Bayezid'in elinden kurtulmaya muvaffak olmuştur. Nihayet 1392 yılında süratle Kastamonu'ya gelen Yıldırım Bayezid, Kadı Burhaneddin ile birleşmelerine meydan vermeden, Candaroğulları kuvvetlerini bozguna uğrattı. Süleyman Paşa öldürüldü. Böylece, Candar Beyliğinin Kastamonu şubesi, Osmanlıların eline geçti. Sinop tarafına taarruz etmeyen Bayezid, İsfendiyar Bey ile anlaşarak, Kıvrım yolunu hudut kesti.
Ankara Savaşı'ndan sonra, Menteşeoğlu Mehmed Beyle beraber Timur Han'a saygılarını arz eden İzzeddin İsfendiyâr Beye, Kastamonu da dahil olmak üzere, bütün Candar Beyliği devredildi. İsfendiyar Bey, Fetret Devri'nde İsa ve Musa Çelebilere, mümkün olduğu kadar yardımda bulundu. 1413 yılında ise, Osmanlı tahtında hâkimiyeti ele geçiren Çelebi Mehmed'in Eflak üzerine yaptığı seferlerde, kendisinden yardım isteğine karşılık oğlu Kasım Bey kumandasında asker göndermekle mukâbelede bulundu.
İsfendiyar Bey, emri altındaki bölgelerden, Çankırı, Kalecik ve Tosya'yı en çok sevdiği oğlu Hızır Beye vermek istedi. Babasının bu icraatına gücenen büyük oğlu Kasım Bey, Eflak seferinden dönüşte Kastamonu'ya gelmedi ve bu yerlerin Osmanlı himâyesinde bulunmak şartıyla, kendisine terk edilmesini istedi. Çelebi Mehmed, Kasım Beyin bu arzusunu muvafık bularak harekete geçti. Ancak, İsfendiyar Beyin red cevabı karşısında, Kastamonu üzerine yürüyen Çelebi Mehmed, onu Sinop'a çekilmeye mecbur etti. Nihayet Kastamonu ve Küre, Candaroğullarında kalmak şartıyla, diğer bölgeler Osmanlılara terk edildi. Onlar da bu bölgeleri, kendileri adına Kasım Beye verdiler.
İki beylik arasında uzun bir süre devam eden iyi ilişkiler, Çelebi Mehmed'in ölümü ve Osmanlı Devletindeki iç karışıklıktan istifade etmek isteyen İsfendiyar Beyin, oğlu Kasım Beye taarruzu ile bozuldu. Kasım Beyin elinden eski bölgelerini alan İsfendiyar Bey, daha sonra Osmanlılara ait Safranbolu'yu muhasara ettiyse de, muharebede mağlûp olarak yaralı halde Sinop'a kaçtı. Osmanlı kuvvetleri, bakır madeni ile meşhur Küre'yi zaptettiler. Bu durum üzerine İsfendiyar Bey, torununu (İbrahim Beyin kızını) İkinci Murad'a vermek ve Bakır Küresi hasılatının bir kısmını Osmanlılara terk ve lüzumu hâlinde asker göndermek, bir de Kasım Beyin yerlerini iade etmek suretiyle sulh teklif ederek, bu şartlarla anlaşma imzalandı (1424).
İsfendiyar Bey, yaşı yetmişi geçmiş olduğu halde, 1440 yılında vefat etti ve Sinop'daki türbesine defnedildi. Yerine oğlu Taceddin İbrahim Bey geçti ise de, üç buçuk yıl kadar bir saltanat sürdü. 1443 Mayısı sonunda öldü.
İbrahim Beyin yerine büyük oğlu Kemaleddin İsmail Bey geçti. İsmail Beye, kardeşi Kızıl Ahmed Bey muhalefet ederek, Osmanlıların yanına gitti. Osmanlılar, Ahmed Beyin teşvikiyle Mahmud Paşa komutasında, Kastamonu üzerine asker sevk ettiler. İsmail Bey, Sinop'a kaçarak müdafaa hareketine girişti. Müdafaadan bir netice elde edemeyeceğini anlayınca da, hayatına ve çocuklarına dokunulmayacağına dair teminat alarak kaleyi teslim eyledi (1461).
Fatih Sultan Mehmed, Sinop önünde orduya iltihak ederek, İsmail Beyle görüştü ve ona akran muamelesi yaptı. Otağının kapısında karşıladı. İsmail Bey el öpmek istediyse de, Fatih Sultan Mehmed, 'kardeşim' hitabıyla boynuna sarılarak öptü.
Osmanlı padişahı, İsmail Beye başlangıçta İnegöl, Yenişehir ve Yarhisar taraflarını ve oğlu Hasan Beye de Bolu sancağını vermişti. Fakat İsmail Bey, kendisine Rumeli'de bir yer verilmesini rica edince, Filibe'ye nakledildi. Hükümdarlığında olduğu gibi, Filibe'de de hayırlı vakıflar yaptı. 1479 tarihinde, orada vefat etti. İsmail Beyin yerine hükümdar olan Kızıl Ahmed Beyin saltanatı ise, iki üç ay sürmüş ve beylik tamamıyla Osmanlıların eline geçmiştir.
Candaroğulları, Birinci Süleyman Paşadan beyliğin son bulmasına kadar, yaklaşık yüz altmış sene devam eden saltanatları zamanında, ilmî ve sosyal müesseselerle memleketlerini imar etmişlerdir. Ayrıca ilim ve sanat adamlarını himaye ile kendi adlarına ithaf edilen pek çok Türkçe eser yazdırmışlar, bu suretle Türkçe'nin ilim dili olmasına her bakımdan özen göstermişlerdir.
Candaroğullarından Celâleddin Bayezid Beyin, Araç kasabasında bir câmi, İsmail Beyin Kastamonu, Sinop ve beyliğin diğer merkezlerinde cami, mescid, han, hamam, çeşme gibi eserleri vardır. İsfendiyar Bey zamanında Kastamonu, Anadolu'daki ilim merkezlerinden biri olmuştur. Daha sonra burada Sancakbeyliği etmiş olan Osmanlı şehzadeleri de, Candaroğulları zamanındaki ilim ve edebiyat cereyanlarını devam ettirmişlerdir.
İlim ve fazîlet sahiplerini himaye eden, destekleyen ve daima onlarla beraber olan Candaroğulları hükümdarları adına yazılmış eserler arasında en önemlileri şunlardır: Süleyman Paşa adına, tasavvuftan Farsça İntihâb-ı Süleymâniye ismiyle Allâme Şîrâzî'nin bir eseri; Celâleddîn Bayezid adına, Ebû Mihnef'ten tercüme edilen üç bin beyitli Maktel-i Hüseyin Mesnevîsi; İsfendiyar Bey adına göz hastalıklarına dair Sinoplu hekim Mü'min bin Mukbil tarafından telif edilen Kitâb-ı Miftâh-ün-Nûr ve Hazâin-üs-Surûr; Hızır Bey adına tercüme edilen Mîrâcnâme, Kasım Bey adına yazılan Ömer bin Ahmed'in kaleme aldığı on beş bâb üzerine kırâat-ı seb'aya dâir olan Risâle-i Münciye isimli Türkçe tecvid kitabı.
Candaroğulları beyliği, iktisadî durum itibariyle iyi bir mevkide bulunuyordu. On üç, on dört ve kısmen on beşinci asırlarda pek ehemmiyetli olan Sinop ticaret limanı, bu beyliğin elinde bulunuyordu. Sinop vasıtasıyla, Anadolu emtiasını ve kendi mallarını ihraç ettikleri gibi, Cenevizlilerin getirdikleri malları da içeri alıyorlardı. Bir ara Samsun'u da elde eden Candaroğulları, burada bir kalesi olan Cenevizlilerle, ticarî muamelede bulundular. Kastamonu'nun en mühim ihraç eşyası, bakır ile demirdi. Bilhassa birincisi, pek önemli ve makbuldü. Bu ihracat dolayısıyla, beylik, külliyetli gelir temin etmekteydi. Cenevizlilerle alış verişlerinde, Candaroğullarının çift balık resimli bakır sikkeleri görülmüştür. Candaroğulları beyliği zamanında, Kastamonu atları meşhur ve Arap atları gibi şeceresi olup yüksek fiyatla satılırdı. Ayrıca, dışarıya doğan ve şahin gibi av kuşları ihraç edilirdi.
Candaroğulları beyliğinin, Sinop limanında tersanesi ve donanması olduğu malum ise de, bu donanmanın miktarına ve faaliyetine dair fazla bilgi yoktur. Pervaneoğullarından Gâzi Çelebiden sonra, Candaroğullarına geçen Sinop'ta, donanma faaliyetleri görüldü. Nitekim Candaroğulları beyliği donanmasının, 1361'de Kefe'yi Cenevizliler'den almalarına ramak kalmıştı. Osmanlılar zamanında da, Candaroğullarından kalan Sinop tersanesinde kadırgalar yapılmıştır.

13. Pervâneoğulları
Sinop ve havâlisinde kurulan beylik.
Beyliğin kurucusu olan Muînüddin Süleyman Pervâne'nin babası Mühezzibeddin Ali Kâşî, Sultan İkinci Keyhüsrev'in (1238-1246) veziriydi. Moğollar, Anadolu'ya girip Kösedağ Savaşı'nı kazandıkları sırada, Moğolların Kumandanı Baycu'ya rica ederek, Selçuklu sülâlesinin yerlerinde bırakılmasını temin etmişti. Muînüddin Süleyman ise, Anadolu'nun Moğollar yüzünden parçalandığı ve karışıklıklar içerisine düştüğü bir zamanda büyümüş, ilmî, idarî ve politik yönden mükemmel bir şekilde yetiştirilmişti. Aynı zamanda kıvrak bir zekâya da sahip olan Muînüddin, kısa zamanda mühim mevkiler elde etti. Önce Tokat, sonra Tokat ve Erzincan muhafızı oldu. 1256'da ise, Baycu'nun da tavsiyesiyle, Pervâne rütbesi verilerek Selçuklu saray nâzırlığına getirildi.
Sultan İkinci Keyhüsrev'in kızı Gürcü Hatunla evli olan Muînüddin Pervâne, devlet işleriyle bizzat kendisi ilgileniyordu. Keyhüsrev'in ölümünden sonra, üç oğlu arasında çıkan taht kavgaları esnasında, Muînüddin, Dördüncü Sultan Kılıç Arslan'ın tarafını tuttu ve onu sultan ilan ettirmeyi başardı. Aynı zamanda Moğol gücüne de dayanmakta olan Muînüddin, Selçuklu Devleti'nin en nüfuzlu kişilerinden biri hâline geldi. Trabzon Rum İmparatorluğundan Sinop'u fethetmeye muvaffak oldu. Böylece Sinop kendisine ikta olarak verildi ve Selçuklulara tâbi olarak burada beylik sürmeye başladı. Hattâ 1261-1277 tarihleri arasını tarihçiler, Muînüddin Pervâne Devri olarak tanıtmaktadırlar.
Muînüddin Süleyman Pervâne'nin, Sinop'u ve peşinden çevrede bulunan on iki kaleyi fethederek, beyliğinin sınırını genişletmesi, onun sultanla arasının açılmasına yol açtı. Sultanın kendisini ortadan kaldırabileceği vehmine kapılan Muînüddin, onu ele geçirip Aksaray'da boğdurdu. Yerine, Rükneddin'in iki buçuk yaşında bulunan oğlu Gıyâseddîn Keyhüsrev, sultan ilan edildi.
Pervâne'nin bilhassa Moğollarla sıkı bir işbirliği hâlinde olması, Anadolu'da pek çok itibarlı ve hattâ Moğol düşmanı şahısların, Mısır'a göçmelerine sebep oldu. Bunlar, orada Sultan Baybars'ı Moğollar üzerine cihâda teşvik ettiler. 1277 yılında Anadolu'ya gelen Sultan Baybars, Moğollara karşı ezici bir zafer kazandı ve Kayseri'ye kadar girdi. Ancak Pervâne'nin kendisine katılmaması ve genç sultanla beraber Tokat'a gitmesi üzerine, Suriye'ye geri döndü.
Pervâne, Moğollara karşı kesin bir zafer kazanılacağına inanmıyordu. Ancak, Baybars'ın, Moğol ordusunu bozguna uğratması, İlhan Abaka'yı harekete geçirdi. Anadolu'ya giren Moğol hükümdarı; Elbistan, Sivas ve Kayseri'de savunmasız Müslüman ahaliyi ezme yoluna girerek, rivayete göre 200.000 kişiyi katlettirdi. Ayrıca Anadolu'dan ayrılırken, Pervâne Muînüddin Süleyman'ı da yanında götürdü ve daha sonra, Sultan Baybars'ın Anadolu'ya gelmesinden onu sorumlu tutarak öldürttü (2 Ağustos 1277).
Pervâne Beyin öldürülmesinden sonra, oğlu Mehmed Bey, Sinop Beyi oldu. Mehmed Bey, babasının Moğollar tarafından öldürülmüş olması münasebetiyle, onlardan çekinmiş ve tam bir bağlılık içerisinde saltanatını devam ettirmiştir.
Mehmed Bey, 1296'da ölünce, yerine oğlu Mesud Bey geçti. O da İlhanlı Devletine tâbiiyetini arz ederek ülkesini korumayı başardı. Ancak, 1298 yılında Sinop'a bir baskın yapan Ceneviz korsanları, Mesud Beyi esir aldılar. Ağır bir fidye ödemek suretiyle kurtulabilen Mesud Bey, 1300 yılında vefât etti. Yerine oğlu Gâzi Çelebi geçti.
Denizcilikte maharetiyle tanınan ve hattâ ilk Türk denizcileri arasında sayılan Gâzi Çelebi, Karadeniz'de Trabzon Rum İmparatorluğu ile Cenevizlilere karşı başarılı akınlarda bulundu. Son zamanlarında Candaroğulları Beyliğine tâbi bir duruma düşen Gâzi Çelebi'nin hiç oğlu olmadı. Yalnızca bir kızı olduğu için, Candaroğulları, Gâzi Çelebi'nin ölümünden sonra Sinop'u beyliklerine ilhak ettiler. Böylece, 1322 yılında, Pervâneoğulları Beyliği, fiilen sona erdi.
Pervâneoğulları Beyliği, başlangıçta Selçuklulara, daha sonra İlhanlı Devletine ve son zamanlarında da Candaroğulları Beyliğine tâbi olarak hüküm sürmüştür. Yaklaşık altmış yıl devam etmesi, Pervâneoğullarının köklü bir kültür ve medeniyet kuramadıklarını göstermektedir. Pervâne Beyin, Sinop'ta bir medresesi bulunmaktadır. Tokat'ta 1800 yılına kadar faaliyette bulunan iki katlı dârüşşifâsı ve Merzifon'da bir camisi vardır. Pervâne Muînüddin Süleyman'ın öldürülmesinden sonra, Anadolu'daki Selçuklu Devletinin nüfuzu sona ermiştir.

SLyMN